19 Eylül 2024 Perşembe

BİR DİKİŞ MAKİNASI

 

                                                                                                                                                                       

Merhaba Gönül Dostlarım,
Şimdi şu resim ne alaka diyeceksiniz? Bizim evimizde hiç kedi olmadı, ve makinanın altında oturan tuhaf ifadeli kız hayatımda tanıdığım hiç kimseye benzemiyor.

Ve fakat...

Hani o dikiş makinasının hemen arkasındaki çizimler var ya..
Öyle bakakaldım.
“Sahi..” dedim içimden, “Bir dikiş makinasında kaç hayat saklı...”
Ve anneannem geliverdi aklıma.

Buna benzer, o zarif, o antika dikiş makinasından sadece kumaşlar geçmedi. “Hayat”lar geçti...

Kızına ve oğluna zıbınlar dikti, yumuşacık tülbentten omuz bezleri dikti. O zamanlar hazır çamaşır bile satılmazken çamaşırlarını dikti, kenarlarını fistoladı, elbiseler, kısa pantolonlar, gömlekler dikti.
Çeyiz yaptı kendine, örtüler, çarşaflar, o upuzun eski tip yastıklara kılıflar...
Kocasının eskiyen ceketlerini ters yüz etti, gömleklerinin yakalarını düzeltti, yahu palto dikmişliği var dedeme..! Hatta Yargıtay Başkanı olduğunda cüppesi bile o makinadan, onun o hamarat ellerinden çıkma.
Annemin mezuniyet kıyafetini, dayımın en sevdiği gömlekleri... Kendisine döpiyesler, elbiseler, dönemin protokol davetlerinde giymek için gelinliğini bozup gece kıyafeti yapmış, gecelikler, sabahlıklar...
Kendi annesine, anneannesine, kız kardeşine, akrabaya, komşulara... Kim diker en güzel? Münevver hanım.! Hayır da demezmiş kimseye, “Getir, ben yaparım sana.” Sanki çok vakti varmış gibi.

Annem der ki, “Benim yaptığım teyelleri beğenmezdi, hemen söker, kendisi incecik, incecik, binbir özenle yapardı” diye. Yahu Allah’ın teyeli değil mi, sökeceksin nihayetinde.. Yok, ille de mükemmel olmalı.

Yıllar önce bir film izlemiştim. Bir genç kız evleniyor ve ailenin kadınları bir araya gelip, ona düğün hediyesi olarak bir “yorgan” yapıyorlar. Yorgan dediysem “patchwork”, bilenler bilir; hani küçük parça kumaşlardan desenler oluşturularak yapılan yatak örtüsü.
İşte bu teyzeler, her gün toplanıp bir masanın etrafında o yorganı oluşturuyorlar emek emek.
Ama nelerle ? Bir kumaş babasının asker üniformasının parçası, bir kumaş annesinin babasını ilk gördüğünde giydiği elbiseden kesilmiş, bir kumaş kendisi ilk yürüdüğünde üstünde olan kıyafetten bir parça, biri anneannesinin şalından , biri dedesinin yeleğinden.
Mest olarak izlemiştim. Ve demiştim ki içimden, evlenecek bir kıza verilebilecek en değerli hediye bu olsa gerek.

Aslında hani o hazır giyimin hiç bulunmayıp, her şeyin evlerde dikildiği o eski zamanlarda, herkesin evinde bir “parça bohçası” olurdu, hatırlar mısınız?

Ben bayılırdım annemin parça bohçasını açıp içine dalmaya.. Tertemiz, kolalı, anneannemin işlediği bir bohçaya sarılı , bizim evdeki tahta mobilyalı dikiş makinasının, demir ayaklarının üstünde dururdu. Açınca sabun kokardı.
-Aaa oturma odamızdaki somyanın örtüsü..! Yeşilli, sarılı, kendinden çizgili..
O somyanın üstünde ders çalışırken hayal edebiliyorum kendimi. Ayaklarım yere değmiyor, küçücüğüm daha. Dersim bitince annem bana şiirler okuyor, sarmaş dolaş oturuyoruz beraber. Hatta İsmet İnönü’nün radyodan vefatını duyurdukları günü hatırlıyorum nedense...
-Bu da eski mutfak perdemiz. Yeşil çiçekli. Annem sabahları işe gitmeden , bir dilim ekmeği kızartır, sürdüğü tereyağın üstüne kahvaltı bıçağıyla kareler çizerdi reçel akmasın diye..
Bir de babam her sabah hastaneye gitmeden süt ısıtırdı kendine, o süt de illa taşardı. Traşa dalıyordu herhalde.
Hatta bir sabah, babam kalktığı zaman anneme, “Seninki yine sütü taşırmaya gidiyor.” demişim..🙂
-Aha, bu küçükken benim en çok sevdiğim şile bezi elbisemin parçası. Mavi üzerine beyaz minicik çiçekli. Dans ederken eteklerim havalanırdı, bayılırdım. Fonda Füsun Önal, “Senden Başka”.. 
-Bu örtü niye burada anne? Hem de tek parça. “Kızım, iyi bak” derdi annem, küçükken aklım ermemiş, bir güzel kesmişim ben onu.. Tamir edilecek gibi de değil. 
- Şu babamın Gülhane’deyken üniformasının içine giydiği asker yeşili gömleğin bir parçası. “Öyle bıktım ki, epeyce bir süre o renkte birşey giymek istemiyorum” derdi. Ama birşey söyleyeyim mi, beyaz doktor gömleğinden hiç bıkmadı mesela. Bir ömür boyu giydi, emekli olduktan yıllar sonra bile hep sayıkladı beyaz doktor gömleğimi giymeyi özledim diye.

Yaa işte böyle.. O parça bohçası, masallar anlatır gibi aile öykülerini anlatırdı bizlere..

O zarif dikiş makinaları sevgiyi ve emeği temsil ederdi.

O kumaş parçaları, hayatımızın mihenk taşlarıymış da haberimiz yokmuş meğer.

Eşyaların da enerjisi var derlerdi de inanmazdım. O zarif, o güzelim, o emektar dikiş makinalarının kim bilir ne sevgi dolu bir enerjisi vardı. O yüzdendir belki de bir “makine” görünce burnumuzun direğinin böyle sızlaması.

Sadece bir makine değildir gördüğümüz çünkü...

Fonda çalan Türk Sanat Müziği şarkılarıdır.
Koridordan koşarak gelip, “Kolay gelsiiiin” diye bağıran kendi çocuk sesimizdir.
Evdeki yemek kokusu, ne bileyim, kakaolu muhallebi veya patlıcan kızartması kokusudur burnumuza çalınan..
Her ne dikiliyorsa, onu giyeceğimiz mekanın ve olayın heyecanı, yürek çırpıntısıdır.
Sonradan çekmesin diye küvette suya basılmış, sonra da bir güzel yıkanmış, mis gibi sabun kokusudur o kumaşların...
Narin, üstü işlemeli dikiş makasının şıkırtısıdır..
Kenarda bir sehpada duran rengarenk düğmeler,iplikler, sutaşlarıdır...
O çocuk aklımızla nefret ettiğimiz, bir türlü sabit durmayarak annemizi, anneannemizi çıldırttığımız provalardır. Dudaklarının arasına sıkıştırılmış toplu iğnelerin arasından şefkatle karışık kızgın bir sesle yediğimiz fırçalardır: “Bi dur da ölçüyü alayım evladım!”.
Isınmış ütü kokusudur. Bitmiş kıyafet ütülenirken, çıkan o tıs tıss sesi sabırsızlıkla beklemektir.

Evdeki dikiş makinası, aile tarihidir aslında.

Sevginin ta kendisidir.

Bige Güven Kızılay
26.05.2017








The YearGerçek Dostlar 19 Eylül 2024 İbrahim Birol      http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder