31 Mayıs 2020 Pazar

KISSADAN HİSSELER (2)





                                                                                                                                     
Merhaba Gönül Dostlarım,
Bugün, kısa hikaye arşivinden alıntı aşağıdaki iki ayrı öyküyü sizlerle paylaşacağım. Ama öncesinde,
Kıssadan hisse: (deyiminin anlamı) "Bir öyküden ders ve ibret çıkarmak" anlamında kullanılan kıssadan hisse almak deyiminde geçer.
Her ne kadar  küçük hikaye, fıkra, öykü olsalarda, içindeki anlam, mana, ve verdiği mesajların, alınması gereken kişisel gelişimimize  extra faydalar sağlayabiliyor.
~ İbrahim Birol ~
****
Cenneti Parselleyen Çocuk
Bir kadın evine giderken yoksul görünümlü bir çocuğun elinde sopa ile toprağı çizdiğini görür.
-Ne yapıyorsun evladım, diye sorar.
-Çocuk: Cenneti parselleyip satıyorum teyze der.
Kadın cennetin böyle parsellenmeyeceğini ve satılmayacağını bilse de çocuğun gönlünü almak için 
-Bana da bir parsel verir misin, der. Parasını vereyim.
-Çocuk da 20 lira der. Kadın yardım niyetiyle parayı verir ve gider. Olayı da unutur.
Birkaç gün sonra rüyada kendini cennette görür.
Sonradan rüyayı eşine anlatır.
Eşi de ne olur ne olmaz ben de bir parsel alayım der.
Gider ve çocuğu bulur.
-Evlat, bana da bir parsel verir misin der!
-Çocuk olur ama bir parseli bir milyon der.
Adam itiraz eder, 
-Hanıma 20 liraya verdin. Benden neden bir milyon istiyorsun der.
Çocuk şöyle cevap verir. 
-Amca, eşiniz cennetin parsellenmeyeceğini, satılamayacağını bilir. Ama benim gönlümü almak için bana o parayı verdi. Satın almak için değil. Sen gerçekten cenneti satın alabileceğini mi zannettin. Benim de satabileceğimi…Cennet öyle ucuz değil. Gönülleri kazanarak cenneti kazan.
Alıntı:  medium.com
****


 İmam Şibli ömrümce 3 kişiden ders aldım diyor:

İmam Şibli - YouTube
İlki bir kadındı.
Karşıma geldi, saçı başı darmadağın, sevdiği adam onu terk etmiş , bana onu bul diye yalvarıyor. “Kadın önce kendine gel, edebe gel, saçını başını topla, kıyafetini düzelt, öyle gel” deyince; “Ya Şiblî! Ben bir adamın aşkıyla bu haldeyim, sana Allah sevgilisi diyorlar, nasıl saçımı başımı gördün?”
Bundan ders aldım.

İkincisi bir çocuktu.
Bir mum yaktım, “nereden geldi bu ışık”, dedim. “Püf!” dedi söndürdü mumu ve “Nereye gittiyse, oradan geldi amca” dedi.
Anladım ki, o çocuk benden daha üstündü.

Üçüncüsü bir sarhoştu.
“Yapma oğlum! Bak hem günah, hem mahvolacaksın yerlerde, çamurlanacaksın, batacak üstün başın” deyince, “Boş versene ya Şiblî” dedi. “Beni bir kova su temizler ama sen kusur gördün, seni hiçbir şey temizleyemez.”

https://youtu.be/omrSImBD0VQ

Günün Sözü : Berrak bir gönülden kirli su akmaz. Güzel bir ruhtan kötü söz çıkmaz.
Hayatta her şey ters gidiyorsa, bil ki sen ters yöne girmişsin." 
Şems-i Tebrizî




İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/ - Google'da Ara

31  Mayıs 2020, Antalya-Türkiye



28 Mayıs 2020 Perşembe

GERÇEK BİR HİKAYE





Görüntünün olası içeriği: 1 kişi


Çocuk Gelişimi
                                                                                                                                                 

Merhaba Gönül Dostlarım,

Çocuklar  ve  Çocuk Psikolojisi, Anne Baba Tutumları ve Çocuk Gelişimi Üzerine Etkileri hakkında birçok uzmanın ve psikologların farklı yazılarına bundan önceki sayfalarımızda oldukça fazla yer verdim.
Bugün sizlere yine farklı bir yazardan, farklı bir kitabı ve bu kitabın trajedik öyküsünü aşağıdaki satırlarda anlatmaya çalışacağım.
Kitabımızın ismi ' Otuz Milyon Kelime ' Kitabın öyküsüne geçmeden önce, kitabı okuyup yorumlayan bir çok kişiden iki önemli yorumcunun  incelemeleri sonucu kitapla ilgili düşüncelerini paylaşmak istiyorum.


Simge Fıstıkoğlu

" Yine ilk 3 yılda çocukla iletişim kurmanın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor bu kitap da. Doğdukları ilk günden itibaren ebeveynlerinin iyi iletişim kurabildiği çocuklar hayatlarının ilerleyen dönemlerinde eğitim, iş ve özel hayatlarında daha başarılı oluyor. Konuşmayı çok seven biri olarak ben oğlum Emir ile onu kucağıma aldığım ilk andan bu yana devamlı konuşuyorum, ne dediğimi anlamasa bile ona çevremizde olan bitenleri, etrafında gördüklerini detaylı biçimde anlatıyorum. Henüz bana cevap veremese de dinlemesi bile bana büyük zevk veriyor, tüm anne babalara bıkmadan konuşmalarını tavsiye ederim.

******
Seyyide Sümeyye Otuz Milyon Kelime'yi inceledi.

Sıfır üç yaşına kadar çocuklarımızla nitelikli konuşur, onları konuşturur, kitap okursak, yani ne kadar fazla kelime duyarlarsa bizden, ileriki yaşlarında realist düşünme ve sorun çözme becerileri en üst seviyeye çıkıyor. bir bakıma daha zeki oluyorlar.

Sonuç olarak
Kitap çocuğumuzun beyninini tanıma üzerine gerçekten faydalıydı. Ancak şunu da söylemeliyim ki aynı bilgiler farklı örnekler altında tekrar tekrar verilmiş. Gereksiz uzatılmış. Biraz daha öz anlatılabilirdi. 


****
GERÇEK BİR HİKAYE
Kadın kocasıyla birlikte göl kenarında oturuyordu. Birlikte 2 kızı ve 1 oğlunun kumda oynayışını izliyorlardı. Kocası ayağa kalktığında tanımadığı 2 çocuğun öfkeli sularda boğulmak üzere olduğunu gördü. Dev dalgalara aldırış etmeden göle doğru koşmaya başladı. Küçük kızları bağırdı: "Baba, gitme!"
Bu kadın kim biliyor musunuz? Adı Dana. Bir tıp doktoru. Onun hikayesini anlatma sebebimiz ise çocukların matematik ile uzamsal zekalarının ve iletişim becerilerinin ilk 3-4 yılda nasıl geliştirilmesi gerektiği üzerine yaptığı çalışmalar.
Bu çalışmalar neden önemli biliyor musunuz? Çünkü insanların sayısal, mekansal ve diğer insanlarla iletişim becerilerinin neredeyse tamamı bu dönemde gelişiyor. İlk 36 ayda olanlar bir çocuğun kalan tüm hayatını belirliyor. Evet yanlış duymadınız; ilk 36 ayda olanlar kalan tüm hayatı belirliyor.
İşte bu hikayenin kahramanı olan kadın yaşadığı trajediye rağmen ev ev gezmeye başlıyor. Hiç tanımadığı insanların hiç tanımadığı çocukları sırf ilk 36 ayda kendisiyle yanlış iletişim kurulduğu için hayatlarının kalanlarında diğerlerinin gerisinde kalmasın diye çırpınıyor.
Binlerce aile ve binlerce çocukla yapılan sayısız çalışma sonucunda anne babalar için bazı yöntemler geliştiriyor. Ve bu yöntemler oldukça başarılı oluyor. Bu yöntemleri uygulayan ailelerin çocukları büyüdüklerinde daha zeki, daha başarılı ve daha mutlu oluyor. Matematikten, geometriden, diğer insanlarla iletişim kurmaktan nefret eden çocuklar gidiyor. Yerlerine sayılarla ve şekillerle işlem yapmakta başarılı, iletişim becerileri yüksek çocuklar geliyor.
Fakat kadın durmuyor. Ulaşamadığı sayısız insan olduğunu fark ediyor. Ve onlara da ulaşmak için bu yöntemleri detaylı bir şekilde anlattığı Otuz Milyon Kelime isimli kitabı yazıyor.
İşin Türkiye açısından en ilginç yanı ne biliyor musunuz? Bu kitaba en fazla Türkiye’deki anne babalar ilgi gösteriyor. Şimdiden on binlerce anne baba kitabı okudu ve kitapta yazılanları uyguladı. Sonuçlarından o kadar memnun kaldılar ki başka insanların çocukları da geride kalmasın diye kitabı çocuğu olan tüm tanıdıklarına tavsiye ettiler. Kitap hakkında binlerce övgü dolu yorum yapıldı. Birçoğu “keşke daha önce okusaydım” dedi.
Süreç böyle devam ederse tarihte ilk kez bir şey yaşanacak: Bir kitap, yazarı hiç tanımasa da bir toplumun geleceğine bu denli olumlu bir katkı sunmuş olacak.
Başta anlattığımız hikayeye gelince; ne yazık ki bu hikaye mutlu son ile bitmiyor. Gölde boğulmak üzere olan iki çocuk kurtuluyor. Ama onları kurtarmaya çalışan Dana Suskind’ in kocası boğularak ölüyor. Bu yüzden kadın Otuz Milyon Kelime kitabını kocasına adıyor ve kitabını şu sözlerle bitiriyor:
Ülkemizde imkansızlıklarla mücadele eden ve potansiyellerine ulaşmak için ne istemesi gerektiğini bile bilmeden ana rahminden çıkan çok sayıda çocuk var. Hayatları için çırpınıyorlar. Kıyıda öylece durmayız. Kocam sonradan kahraman ilan edildi. Hepimizin olması gereken de budur.
Gerçekten de kıyıda öylece durup bu ilk 36 ayı izleyemeyiz. Doğru olanı yapmalı ve çocuklarımızın hak ettiği hayatları sürebilmeleri için ilk 3-4 yılda kitapta anlatılan yöntemlerle iletişim kurmalıyız. Hem kendi hem de diğer tüm çocukların kahramanı olabiliriz. Aslında hepimizin olması gereken de budur.

https://youtu.be/UB5yQ4bJrCs




İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/ - Google'da Ara
28  Mayıs 2020, Antalya-Türkiye


26 Mayıs 2020 Salı

BAYRAMIN HÜZNÜ



Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi


                                                                                                                                                  

Merhaba Gönül Dostlarım,

Dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını tedbirleri kapsamında, Türkiye'nin 81 ilinde arife gününden başlayan ve  Ramazan Bayramı boyunca uygulanan sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle vatandaşlar bu yıl bayramı buruk şekilde karşıladı.
Kovid-19 salgını kapsamında alınan tedbirler ve uygulamaya konulan kısıtlamalar, ulaşımdan sanayiye, sağlıktan eğitime, üretimden tüketime, ekonomiden dış politikaya kadar birçok alanda hayatı yeniden şekillendirirken, şenlik havasında geçen bayramları da etkiledi.
İslam alemi, bir yandan "onbir ayın sultanı" rahmet, bereket ve mağfiret ayı ramazanın ardından bayrama kavuşmanın sevincini yaşarken, bir yandan da bayramı salgının gölgesinde geçirerek yine de bir burukluk hissetti.
Pandemi, bayram namazı ve kutlamaları ile asırlardır uygulanan aile büyüklerini ziyaret etme ve el öpme, misafir karşılama ve ikramda bulunma, bayramlık kıyafet giyinme, çocuklara şeker ve harçlık verme gibi birçok gelenek bu Ramazan Bayramı' nda sekteye uğradı.
Bugün Ramazan Bayramının ve aynı zamanda bazı illerde sokağa çıkma yasağının son günü. Bu nedenle evlerimizde kaldığımız bu günleri gelecek bayramlarda iyi bir şekilde anmak ve hatırlamak en büyük dileğimiz.
Ne yapalım, her şeyin başı sağlık, bu günlerde geçecek.

Bugünkü sayfamızı değerli yazarımız Bige Güven Kızılay' ın güzel bir yazısını sizlerle paylaşmadan önce,

Sağlıklı, Mutlu ve daha Huzurlu nice Bayram günlerine hep birlikte erişmemiz dileğiyle...

~ İbrahim Birol ~

****

Yokluklara üzüleceğimize, varlıklara sevineceğimiz bir bayram olsun.
Ama küçücük detaylara...
Sabah gözümüzü sağ salim açtığımıza mesela
Parlayan güneşe
Bir yerlerde tatlı tatlı homurdanırcasına öten kumruya
Musluktan akan tertemiz suya
Yüzümüzü sildiğimiz havlunun sabun kokusuna
Evde gezinen terlik seslerine
Radyoda çalan melodiyi duyabilen kulaklarımıza
Bahçedeki mırnav kediye
Fırından aldığımız çıtırık simitlere
Hiç tanımadığımız insanlara “İyi Bayramlar” deyip gülümseyebilmeye
Bir sofranın etrafına huzurla oturup bayram kahvaltısı yapmaya
Öpebildiğimiz kıymetli ellere
Evi saran Türk kahvesi kokusuna
Şeker ve çikolatadan şişen midemize
Ve her türlü yarasına beresine 
Kırk bin türlü yamasına rağmen
Güzelliğini hala efsanevi bir şekilde koruyan şu memlekette dünyaya gelmemize
Ve anılarımıza
Ve bugünün kıymetini bilmemizi sağlayan çocukluğumuzun bayramlarına
Kumaş mendillerin içindeki lokumlara, demir paralı harçlıklara
Şıngırdayan kumbaralara
Kırmızı rugan pabuçlara
Artık yanımızda olmayan ama hayatımızı unutulmaz dokunuşlarla şekillendirmiş o sevgili varlıklarımıza
Ve kolonya kokan ellerimize
Ve sevgi dolu kucaklaşmalara
Ve affedişlere
Ve kabullenişlere
Şükürler olsun.
Ve kalben
Ve ruhen
Ve tüm benliğimizle bayram hissedeceğimiz günlere selam olsun.
Bige Güven Kızılay
Hayal Ağacım ERGUVAN
Sayfa 73

( Özlediğimiz kucaklaşmalara yeniden kavuşmak dileğiyle


EVDE KAL BAYRAM kONSERLERİ

https://youtu.be/4m6qjBabZZs





25 Mayıs 2020 Pazartesi

YAŞAMIN KENDİSİ BAYRAMDIR




Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, ayakta duran insanlar, açık hava ve doğa































                                                                                                                                   
Merhaba Gönül Dostlarım,

Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatının temel taşlarından biri olan, kendine has üslubu ve icrası ile hafızalarda derin izler bırakan Can Yücel' in Bayramla ilgili bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim.

Can Yücel kimdir?
Can Yücel, modern Türk şairidir. Kullandığı kaba ama samimi dil ve bariton sesiyle okuduğu şiirlerle Türk Edebiyatı' nda farklı bir tarz yaratmıştır. 7 yıl süreyle Millî Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Âli Yücel'in oğludur. Vikipedi
Yaşamını bağımsız çevirmen ve şair olarak İstanbul'da sürdürdü.
Doğum tarihi: 21 Ağustos 1926, İstanbul
Ölüm tarihi ve yeri: 12 Ağustos 1999, Datça
Eş: Güler Yücel (e. 1956–1999)
Defnedildiği yer: Datça Mezarlığı
Çocuklar: Su Yücel, Güzel Yücel, Yeni Hasan Yücel

Her Gününüz Bayram Olur
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.
* * *
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram...
***
Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.
"İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman değilim" bayram...
* * *
Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.
Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...
* * *
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.

Can Yücel

Her gününüz bayram olsun
Bayramınız kutlu olsun sevgiyle kalın 



24 Mayıs 2020 Pazar

ESKİ BAYRAMLARI ÖZLEDİK



şeker bayramı mesajları ile ilgili görsel sonucu


                                                                                                                                                                                                                                                     
Merhaba Genel Dostlarım,

Bu bayram hepimizin içi buruk olacak biliyorum.

Gönül isterdi ki, tüm sevdiklerimize sımsıkı sarılarak, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek, dolmalı, börekli, baklavalı, harçlıklı, bol kahkahalı mutlu bir bayram yaşayalım ama işte önce sağlık, her şeyin başı sağlık.
Ayrı olalım, uzak olalım ama sevdiklerimizin canı sağ olsun yeter.
Gönüller bir olduktan sonra mesafelerin ne önemi var ki hem ?


Sevdiklerinizi uzaktan gözlerinizle öpün…

Güzel sözcüklerle yüreklerine sarılın…

Dileyin:

Kader hiçbirimizi ayırmasın sevdiklerimizden…

Beraberce kutlayacağımız nice güzel, huzur dolu bayramlara inşallah...
Kalın Sağlıcakla,


İbrahim Birol ~

*****
Geçen seneki Ramazan Bayramı’ nda “Gelecek sene bayramda evlere kapanacağız, sokağa çıkamayacağız, en yakınlarımızla bile görüşüp kucaklaşamayacağız, büyüklerimin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öpemeyeceğiz” demiş olsaydık, kim inanırdı.
Ama perşembenin gelişi çarşambadan belliydi, zira Soğuk Savaş döneminin bittiği 1991 yılından beri, İslam âlemi olarak ağız tadıyla bir bayram yapmadık, yapamadık.
O günlerden bugüne yazdığımız bayram yazılarının başlıkları hep ‘buruk’ kelimesiyle ifade ediliyordu.
Artık nerede o eski bayramlar derken, bayağı eskilerin özlemini dillendirmiş oluyoruz.
Emperyal güçlerin sosyal, siyasal, finansal ve askeri hücumları karşısında dünyaları kendilerini dar edilen İslam âlemi can derdine düşmüşken, hangi bayramı ağız tadıyla yapabilirdi?
Kendi ellerimizle oluşturduğumuz, sözde ‘modern’ dünyamızda baş döndürücü bir hızla koşuştururken ailemizi, yakınlarımızı ve komşularımızı ve hatta kendimizi çoktan unutmuştuk.
Zira hepsiyle mesafeliydik, kendi gerçeğimizle de mesafeliydik!
Bu yüzden bayramlarda bile herkesi terk edip tatil beldelerine koşuyorduk.
Kendimizden kaçışımızın farkında değildik.
Eski bayramların bütünleştirici, kaynaştırıcı ve birbirimize olan sevgiyi arttırıcı dinamizmini çoktan kaybetmiştik.
El öpmeyi ve kucaklaşmayı bırakıp telefonla hal hatır sormakla yetiniyorduk.
Ettiklerimiz yüzünden, bugün geldiğimiz noktada ise belli ki kıymetini bilmediğimiz bayram ve bayramlaşma nimeti de elimizden alındı.
Artık en yakınlarımıza bile fiziki mesafe zorunluluğu var. El öpemediğimiz gibi, sarılmak da yasak!
Dahası indiğimiz sokakta, dolaştığımız çarşı pazarda, girdiğimiz dükkânlarda maske takmak zorundayız.
İşin en kötü yanı ise tanısın ya da tanımasın tüm insanların birbirlerine şüpheyle yaklaşması.
En yakınımız bile aksırsa, tedirgin oluyoruz.
Mahut virüs ise hayatı tüm insanlar için eşitledi, bundan böyle yalnızca Müslümanların bayramları hüzünlü değil, diğer inanç grupları için de durum aynı.
Virüsün öğrettiği, kederde, acıda, elemdeki eşitlenmeyi acaba sevinçte ve kıvançta da becerebilecek miyiz?
Herkesin merak ettiği şey, virüs sonrası dünyanın nasıl bir hal alacağı keyfiyeti; yine eski tas eski hamam mı, yoksa ‘bir çil horozun şafakla hediye ettiği yepyeni bir dünya mı?’
Kim bilir, belki de bu virüs tıpkı HIV gibi hep hayatımızda olacak!
İyisi mi biz tadı olmasa da bu hüzünlü bayrama ‘merhaba’ diyelim ve herkesin bayramını kutlayalım.
Ne diyelim, Allah c.c. beterinden saklasın!

Fuat Bol


Günün Sözü:
" Hayat yaşamayı, vefa hatırlamayı, dostluk paylaşmayı, özel günler ise hatırlamayı bilenler için vardır. Ramazan Bayramınız mübarek olsun "


21 Mayıs 2020 Perşembe

UNUTULAN ZAMANLAR





Görüntünün olası içeriği: bitki ve açık hava

                                                                                                                                             


Merhaba Gönül Dostlarım,

Büyük umutlarla 2020'ye giren Türkiye, yılın ilk aylarında yaşanan felaketlerle şoka girdi. Elazığ ve Malatya' yı vuran deprem, Van'da peş peşe düşen iki çığ, İstanbul'da pistten çıkan uçak, Suriye'de bir ay içinde 53 şehit vermemiz sonrası allak bullak olduk. Yunanistan'la yaşadığımız gerilimin dozu artarken, 11 Mart gece yarısı her şey bir anda unutuldu. Kameraların karşısına geçen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, corona virüsü salgınının ülkemizde görüldüğünü açıkladı. Peki, 11 Mart'tan önce Türkiye'de neler yaşandı? Gündemimiz neydi, neleri konuşuyorduk?

Akıp giden zaman neler götürüyor hayatımızdan hiç sorguladınız mı? Süratle ilerleyen hayatınızı bir kaç saniyeliğine durdurup düşünmeyi deneyin.
Son yıllarda toplum olarak o kadar değiştik ve değişmeye devam ediyoruz ki; değer yargılarımız gittikçe yozlaşmakta olduğu bir dönemde en çok neyi unuttuk diye şöyle bir düşündüm. 
Çok basit kelimeler olan “merhaba, günaydın, iyi günler” demeyi unuttuk mesela. Sade bir selamlaşmayı unuttuk aslında. En önemlisi de gülmeyi unuttuk. Samimi olmanın en güzel yöntemi olan bu aracı nedense artık hayatımızda çok nadir kullanıyoruz. Empati kurmayı unuttuk. İnsanları anlamakta zorlanıyor ve empati kurmadan konuşuyoruz. Argo tabirle ‘ahkam kesmek’ ve ‘eleştirmek’ kolay geliyor bize. Kişilerin düşüncesine, fikrine saygılı olamıyoruz ve onu öyle kabul etmeye çalışmıyoruz.
Nazik, saygılı ve hoşgörülü olmayı çoktan unuttuk zaten. Paylaşmayı unuttuk, değerli şeyler paylaştıkça çoğalır aslında. Bazen hiç farkına varmayız ama karşımızdakini ufacık bir davranışla mutlu ederiz. Bu yüzden paylaşmaktan korkmamalıyız. 
Hayal kurmayı unuttuk.
Bunların haricinde manevi değerlerimizi  Milli ve Dini Bayramlarımızı bayramlaşmayı
örfi ve ahlaki değerlerimizi unuttuk.

Çeşitli yazılardan alıntı yapılarak düzenlenmiştir.

' Engelsiz Bakış' Dergisinin  çok değerli köşe yazarı Mine Sueri hanım' ın 

Kültürümüzün kaybolan değerleri unutulan geçmişimiz ile ilgili aşağıdaki yazısını 

sizlerle paylaşmak istiyorum.

~ İbrahim Birol ~



 ****
Kaybolan DeğerlerimizAslına bakarsanız belki de özetle her şeyi unuttuk diyebilirim. İlk akla gelenler neler bir göz atalım;
Evimize televizyon geleli okumayı, birbirimizle sohbet etmeyi, ailemizle oyunlar oynamayı, muhabbeti unuttuk.
Araç sahibi olalı hareket etmeyi, yürümeyi, güzel havanın tadını çıkartmayı unuttuk.

Elimize telefon alalı mektup yazmayı, bir şeyler karalamayı unuttuk.
Bilgisayarlar ve İnternet' in yaygınlaşmasıyla birlikte evimize günlük gazete girmez oldu okumayı dolayısıyla konuşmayı, düşünmeyi unuttuk.
Evlerimize klima aldığımızdan beri, serinlemek için ağaçların altına gitmeyi unuttuk.
Betonlarla çevrili şehirlerde yaşadıkça toprak ve çamur kokusunu, çiçek kokusunu unuttuk.
Çocuklarımız artık sokaklarda oynamaz oldu, ailemizle birlikte zaman geçirmeyi unuttuk.
Bankalar ve kartlarla haşır neşir olup uğraşırken, tüketmeye o kadar alıştık ki paranın değerini dolayısıyla kanaat etmeyi ve kıymet bilmeyi unuttuk.
Parfüm kokusuna alışınca, çiçeklerin kokusunu unuttuk.
Günün koşuşturmacısında hızlı ama zararlı yemekleri keşfettiğimizde, milli yemekleri pişirmeyi unuttuk.
Eğlenceye daldık, bizden önce gelenleri gidenleri unuttuk.
Kahkahalar atmayı, şaşırmayı, fedakârlık yapmayı unuttuk.
Vee… Son olarak WhatsApp ile tanıştığımızda, özel gün kutlamalarımız sanal kartlardan ibaret oldu, telefon etmeyi, hal hatır sormayı, konuşmayı unuttuk… Bayramlarda akraba ziyaretlerine gitmedik büyüklerimizi unuttuk. Kendimizi eve hapsedip, kapı önlerine çıkmadığımız için komşulukları dolayısıyla yardımlaşmayı unuttuk.
Yani biz hayatı paylaşmayı ve gülmeyi unuttuk… Sosyal medya sayesinde sosyalleşenlerimizin aslında farkında olmadan asosyalleştiğinin farkına varmadan, dünyada olup bitenlerden bir haber , okumadan, sormadan, sorgulamadan, fikir yürütmeden yaşayıp gider olduk.
Daha yazacaktım ama neyi unuttuğumuzu unuttum 
Unuttuklarımızı hatırlamak dileğiyle…
Mine Sueri, Engelsiz Bakış


Günün Sözü :  “Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın, Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.”  Şeyh Edebali