30 Temmuz 2019 Salı

NASIL BESLENMELİYİZ ?






Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, açık hava


Merhaba Gönül Dostlarım,

Yeterli ve dengeli beslenmek, sağlıklı yaşamanın ön şartıdır. Sağlıklı bireyler özellikle beslenme kurallarına çok dikkat ederler. Sağlıklı beslenmek için yeterli ve dengeli beslenmek gerekir. Bunun için öğün çeşidi ve saati çok önemlidir. Çeşitli beslenmek, az yemek, az uyumak da beslenmeyi önemli ölçüde etkilemektedir.

2019 yılında her alanda yeni trendleri konuşulmaya başlandı. Bunlardan biri de muhakkak ki gıda sektörü. 2019 yılının yiyecek trendleri neler olacak, hangi besinler yükselişte, beslenme konusunda yönelimler neler?
Kind şirketi 5 binden fazla sektörden insanla bir araya geldi -Bunların arasında diyetisyenler, ürün geliştiriciler ve CEO Daniel Lubetzky de yer alıyordu- 2019’un trend olan beslenme-gıda-yiyeceklerini listeledi.
İşte 2019’un en popüler yiyecek trendleri:
2019 Yılında Popüler Olması Beklenen 10 Beslenme Trendi
Badem, kaju, fındık, ceviz, kabak ve karpuz çekirdeği tohumu gibi besinlerin yağı ve ezmesinin popülerliği artıyor. Aşırıya kaçmadan alınması gereken ve protein bakımından zengin bu besinlere ilgi büyüyecek.
Fındığa alerjisi olanlar için de kuruyemiş ezmesi -aynı lezzeti veremese de- alternatif olabilir.
Amerika’da yakın zamanda uygulamaya konmuş olan FDA maddesine göre gıda üreticileri, gıdanın içindeki tüm şeker içeren içeriklerin ayrı ayrı belirtilip ayrıca hepsinin toplam miktarını paketlerin üzerinde belirtmesi gerektiği zorunluluğunu getirdi. Bu şeker karşıtı hareketin sonucunda etiketleri kontrol ettiğiniz zaman ürünlerin içeriğindeki doğal olmayan tatlandırıcıları artık görebileceksiniz. Aldığınız her ürünün etiketini kontrol ederek, bu tarz ürünlere karşı önleminizi alabilirsiniz.

Tüm dünyada yükselişe geçen sağlıklı gıda trendi sayesinde doğal besinlerin önemi ortaya çıktı. Gıda alışverişlerinde kendini hissettiren bu seçicilik sayesinde artık ürünlerin asgari düzeyde işlenmiş olanları tercih edilmekte. (“Güçlü takviyeler içerir” ibaresinin aksine…)

Bitkilerden böceklere, mercimekten soya fasulyesine kadar, et ve süt içermeyen protein alternatifleri gittikçe daha da yaygınlaşıyor. Bitkisel temelli beslenme stillerinin popülaritesinin artması, hem sağlık hem de sürdürülebilirlik endişeleriyle birleşince yeni gıda alternatiflerine duyulan istek de artıyor. 2019 yılı fındık, tohumlar, baklagiller, su mercimekleri ve yosunlar gibi aperatifler, snack barlar, cipsler, etsiz burgerler veya sosisler ve süt içermeyen yoğurtlar, peynirler gibi gıdaların yılı olacak.

2019 yemek trendlerinin kapanışını gelin şeffaflıkla yapalım. Artık tüketicinin en öncelikle taleplerinden biri de tükettikleri besinlerin içeriğinin listelenmesi ve bu konuda gıda şirketlerinin mümkün oldukça açık olması. Yalnızca ambalajı süslemek artık yemek ile ilgilenen bireyleri pek de tatmin etmiyor diyebiliriz.


Kübra Akalın
Kübra Akalın


****
Dikkatli okuyunuz. 
Neden Japonya'daki çocuklara kahvaltıda yarım düzine yumurta yediriyorlar? 
beslenme ile ilgili sözler ile ilgili görsel sonucu
Osmanlı Devleti' nin son 200 yılı dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti' nin gıda politikasını Emperyalistler dizayn ettiğinden beri zihinsel olarak sağlam bir gençlik maalesef yetişmiyor. Asıl sorunun kaynağına hiç inmedik, tartışmadık. 

Japonya'da çocuklara 7 yaşından itibaren kahvaltı saati en az 6 yumurta yediriyorlar. Ekmek genellikle yok varsa da çok az. Her akşam ise kesinlikle sofrada deniz ürünü yani balık kesin oluyor. Japonya ve Güney Kore'de ceviz ithalatı son 50 yılda %140 artmış. Çocuklara durmadan ceviz yediriyorlar. Günde en fazla iki öğün yemek yiyorlar. Tamamen protein odaklı bir beslenme var...

ABD'de teknolojik üretimin merkezi "Silikon Vadisi' nin" nasıl beslendiklerini anlattılar, şok oldum. 1950' l erdeki Alman Devleti' nin gıda politikasını araştırın. Güney Kore'de Japonya' yi örnek almaya başladı. Bu ülkeler resmen çocuklara nasıl beslenmesi gerektiğini öğretiyor, dayatıyor..

Şeker, ekmek(Tam buğday, kepek farketmez) odaklı beslenme beyin hücrelerini öldürüyor, beyin gelişimini mahvediyor. Marketlerdeki karbonhidratlı paketli ürünler tamamen operasyon aracı olmuş.

ABD halkı da da gerizekalı, obezite olmuş. Çünkü aynı beslenmenin esiri olmuşlar. Sadece Beyin Göçü ile farkı kapatıyor yada özel olarak seçtikleri bireylerin beslenmesine önem veriyorlar.

Buradan net olarak söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti' nde milli bir gıda politikası olmadan kalkınma imkansızdır

Türkiye'de protein bazlı ürünler pahalı iken karbonhidratlı ürünler neden daha ucuz? En büyük protein bazlı ürün olan kuzu etini Türkiye' de kaç kişi yiyebiliyor? Hayvancılık neden bitirildi? Asıl milli mesele budur. Beka sorunu budur.

Matematik zekası olmayan, kod yazmasını bilmeyen gençliğin ilerleyemez. Yapay zeka maalesef geliştiremez..

Anne, babalara sesleniyorum. Çocuklarınızdan şekerli ürünleri, ekmeği uzak tutun. Bu ülkeye yazık etmeyin.

Şahsen denedim. 1 aydır ekmek, şeker yemiyorum, acıkmamaya başladım. 6 kg verdim. Geçen gün test ettim. Bir kitapta bir sayfayı 32 saniyede okuyup anlarken şimdi 21 saniye de okuyup anlamaya başladım. Bu tesadüf olamaz!

Gökay Şentürk ~☆☆




Günün Sözü :" Sağlığını Korumanın Yolu, Dengeli Beslenme ve Egzersizdir...Sağlığa Önem Vermek, Kendine Değer Vermektir..."


İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/ - Google'da Ara



29 Temmuz 2019 Pazartesi

DÜNYA HAYATININ GERÇEĞİ





Görüntünün olası içeriği: okyanus, gökyüzü, açık hava, su ve doğa

















Merhaba Gönül Dostlarım,
İnsanı Allah en mükemmel şekilde yaratmış, onu pek çok üstün özellikle donatmıştır. Yaratılmış olan tüm varlıklar içerisinde düşünme, karar verme, akıletme, düşündüğü şeyi uygulayabilme, plan kurma, sonuç çıkarma gibi zihinsel fonksiyonlarıyla insanın üstünlüğü tartışmasız bir gerçektir.
Peki hiç düşündünüz mü, tüm bu üstünlüklerin aksine insan neden son derece korunmaya muhtaç bir bedene sahiptir? Neden ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçük bakteriler, virüsler bu bedene zarar verebilmektedir? Neden insan yaşamı boyunca sürekli bedenini temizlemek, ona bakım yapmak zorundadır? Ve neden insan bedeni zaman ilerledikçe yıpranmakta, yaşlanmaktadır?
İnsanlar bedenlerinin acizliğini çok "doğal" bir eksiklik olarak görürler, oysa bedendeki her acizlik belirli bir amaca göre özellikle yaratılmıştır. İnsanın acizliğine ait her detayı Allah özel olarak var etmiştir. Nisa Suresi'nin 28. ayetinde "... İnsan zayıf olarak yaratılmıştır" hükmüyle bu gerçeğe dikkat çekilir. İnsan ne zaman nerede doğacağını, hangi vakitte ne şekilde öleceğini belirleyemez. Ayrıca bedeninde oluşan hastalıklar karşısında da son derece savunmasız ve acizdir. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır ki, bir kul olarak Yaratıcımız olan Allah'a karşı olan acizliğini anlayabilsin ve dünyanın geçici bir mekan olduğunu fark edebilsin.
kadın bayan girl woman  Dahası, yaşadığı hayattan ne kadar memnun olursa olsun, o hayatı olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecek unsurlar üzerinde hiçbir kontrol mekanizmasına sahip değildir.
Evet, insan bedeni her yönüyle korunmaya ve kollanmaya muhtaçtır. Dünya şartlarında başına ne zaman ne geleceği belli değildir. Yaşadığı yer ister dünyanın en gelişmiş şehri olsun, ister en yakın medeniyete kilometrelerce uzaklıkta, elektrikten, sudan mahrum bir dağ köyü olsun; kişi, hayatının hiç beklemediği bir anında bir tehlikeyle karşılaşabilir. Ölümcül bir hastalığa yakalanabilir, sakatlanabilir. Karşılaştığı olay, hiç kaybetmeyeceğini sandığı bedensel gücünü, güzelliğini ya da övündüğü fiziksel bir özelliğini alıp götürebilir. Bu konuda yaşadığı yer gibi kişinin kim olduğu da bir istisna yaratmaz; dağ başında sürülerini otlatan bir çoban ya da bütün dünyanın tanıdığı bir yıldız olsa da, söz konusu olaylardan herhangi biri hayatını hiç tahmin edemeyeceği yönde değiştirebilir.
Alıntı
****
Şüphesiz dünyadan ayrılma duygusu İstikbal'in en vahim hadisesidir, muhtevasını tam anlamıyoruz; nerede, ne zaman ve nasıl bitecek? 
İnsanoğlu hayatı boyunca evden çıkar, sonra tekrar döner, ama bir gün çıkar bir daha da dönmez...
Dünya hayatında mal ve Servetin her şeyi çözdüğünü sananlara duyurulur...
- Lübnan'ın en zengin adamı Eymen Bistani,
Beyrutu en iyi noktadan gören hakim bir tepede
Kendisine görkemli bir mezar yaptı,
Oraya gömülmeyi vasiyet etti.
İlahi kader farklı tecelli etti, özel uçağı denize düştü.
Milyonlara mal olan aramalar sonunda uçağı bulundu ama cesedine ulaşılamadı...

- Lord Teshlid İngiltere'nin en zengin adamlarındandı,
Zaman zaman devlete bile borç veriyordu.
Malikanesinde oldukça büyük ve korunaklı bir odayı
Servet kasası olarak kullanıyordu.
Bir gün hazinesine girdi ve yanlışlıkla kapıyı üstüne kapattı.
Oda çok özel inşa edildiği için, ne kadar bağırıp çağırdıysa,
Yardım istediyse de sesini kimseye duyuramadı.
Zaman zaman eve gelmediği için, evdekiler arama ihtiyacı hissetmedi.
Günler sonra cesedi bulunan Lord, bir şekilde parmağını kesmiş ve kanıyla şu cümleyi yazmıştı:
"Dünyanın en zengin insanı, açlıktan ve susuzluktan ölüyor!"...


- Hayatında kimseye zulmetmemeye, kimseden nefret etmemeye, kimseyi yaralamamaya, kimseden kendisini üstün görmemeye özen gösterenlere müjdeler olsun, ne güzel bir ahlaka sahipler?...
Hepimiz gidiciyiz...


Alıntıdır

Günün Sözü :
"Allah' ın Dünyada Yarattığı Acizlikler İnsanın Cennete Olan Özlemini Artırmak İçindir."

Kalın sağlıcakla...



İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/ - Google'da Ara


30 Temmuz 2019, Antalya-Turkey


HANGİ YAŞ GRUBUNDAYIZ ?





Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar




Merhaba Gönül Dostlarım,

Hangi yaş grubunda olduğumu buldum. 
Ben "Yaşlı Ergen" im. Bir ergen olarak her istediğim şeye sahibim, yalnızca 50 yıl farkla. Okula veya işe gitmek zorunda değilim, her ay düzenli olarak aylığımı alıyorum. Kendi düzenim var, sokağa çıkma yasağı yok. Ehliyetim ve kendi arabam var. Ayrıca sivilcelerim de yok artık. Hayat çok güzel. Eğer sizler de "Yaşlı Ergen" iseniz, bunu okuduktan sonra kendinizi...
çok daha bilgili hissedeceksiniz. Yaşlı insanların beyinleri daha yavaş işliyor, çünkü onlar çok şey biliyorlar. İnsanlar yaşlandıkça hafızaları kaybolmuyor, sadece beyinlerinde çok fazla bilgi bulunduğu için istenilen gerçekleri arayıp çıkarmak zaman alıyor. Bilim adamları bunun aynı zamanda iç kulağa da baskı yapması nedeniyle işitme duygusunun da etkilendiğine inanmaktadır. Ayrıca, yaşlı insanlar sıkça bir şey almak için öbür odaya gidip, odanın ortasında ne almaya geldiklerini düşünürler. Bu bir hafıza sorunu DEĞİLDİR, bu yalnızca yaşlıların daha fazla egzersiz yapmalarının doğal yoldur. İŞTE BÖYLE!!! Bu mesajı göndermem gereken bir çok arkadaşım var, ama hepsinin isimlerini hatırlayamıyorum. Onun için bu mesajı; siz, sizin arkadaşlarınıza gönderin, belki aralarından bazıları benim de arkadaşım olabilir. Şerefe!.... 
Yeri gelmişken: kendinize çok dikkat edin ve incinmelerden sakının, çünkü eski modellerin yedek parçalarını stokta bulundurmuyorlar! Pek çoğumuz 50' lerde 60"larda imal edildiğimiz için... Garanti süremiz çoktan bitti ve son kullanma tarihi yakında... Dikkat etmek tamir etmekten daha iyidir. Kendinize daima hatırlatın - BİZLER SAYILI ÜRETİMİZ


Alıntı :Gülrengi
****


Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta ve açık hava
Peki yaşlılık nedir?
bünyenin eskimesi ve hassaslaşması: Yaralanmalarda, hastalıklarda, kemik kırıklarında bünyenin eskisi kadar hızlı ve tam randımanlı onarım çalışmalarını yapamamasıdır. Yaşlanınca sağlığınıza daha fazla dikkat etmeli ve gençliğimizde ya da orta yaş dönemimizde yapabildiğimiz  zor ve yıpratıcı işleri artık bırakmalıyız. Bırakamıyorsak hiç olmazsa bu işleri daha az ve hafifçe sürdürmeliyiz. Çünkü yaşlılıkta yıpranmalar fazla hasar verici olarak gerçekleşir iyileşme süreci ise hızlı olmaz.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) yeni yaş dilimi listesini yayınladı. Buna göre artık 66-79 yaş arası 'orta yaş' oldu.
Osman Müftüoğlu' nun Hürriyet'te "66-79 artık orta yaş" başlığıyla yayımlanan köşe yazısında aktarılan yeni WHO listesine göre; 0-17 yaş arası "ergen", 18-65 yaş arası "genç", 66-79 yaş arası "orta yaş", 80-99 yaş arası da "yaşlı" olarak güncellendi.

Günün Sözü :  
yaşlılıkla ilgili resimli sözler ile ilgili görsel sonucu
  

İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/ - Google'da Ara

29 Temmuz 2019, Antalya-Turkey

















28 Temmuz 2019 Pazar

TATİL ANILARI



























Merhaba Gönül Dostlarım,

 Tatil yerleri ve anıları ile ilgili söz açılmışken yazılarımıza bugünde kaldığımız yerden devam edelim

Herkes için tatilin anlamı farklıdır. Bazısı tatili bedenen dinlenmek olarak görürken bazısı zihnen dinlenip, yeni yerler keşfetmeden güzel bir tatil yaptım diyenlerdir.

Bu arada, Bloggerlere veya Tatil Dergilerinde yazı yazanlara  bir küçük tavsiyede bulunmak istiyorum,. Blog içi veya Köşe Yazılarınızda yapmış olduğunuz Tatil Beldelerinin  tanıtımlarında kendinizin görmediği, bilmediği yöreleri ve  tatil beldelerini lanse ederken çok dikkatli olunuz. 
Yazılarınızı takip eden insanların  Sizin tavsiyenize uyarak oralara gittiğinde yanlış bilgilendirmeleriniz yüzünden okuyuculara bazı hayal kırıklıkları yaşatarak onları mağdur etmeyiniz.

Bir Blog yazarının veya bir tatil Dergisinde köşe yazarlığı yapanların  ' Bayram Tatilinde  Gidilebilecek Yerler ' adlı bir makalesinde yanlış bilgilendirme ve  önerilerine karşılık olarak, bir okuyucunun konuyla ilgili aşağıdaki  yazısında bazı  tepkilerine kulak verelim.

' Maillerinizi alıyor sizi takip ediyorum ancak malzeme kalmadı galiba elinizde bu size insanları sizi takip edenleri yanlış yönlendirmeniz anlamına gelmemeli. Bahsettiğiniz tatil beldelerinden Silifke' yi bilmiyorum ama Mazı biraz sakin diğer yerler karınca yuvası gibi. Ne yer bulabilirsiniz ne de kalabalıktan nefes alabilirsiniz. Sizin tavsiyenizle oralara gidecek olanların tümü mağdur olacak hayal kırıklığı yaşayacak Böyle şeyler yapmayın insanların size olan güvenini sarsmayın ya sizler bu yerlerin bayramlarda nasıl olduğunu bilmiyorsunuz ya da laf olsun diye yazıyorsunuz. Yazıyı yazan dışında hemen hemen herkesin bildiği bu beldeleri böyle lanse etmeye devam ederseniz sizleri takipten vazgeçeceğim. Daha bilinmedik daha gerçekten sakin yerler yayınlamanız dileklerimle.'
şeklindeki düşüncelerini dile getirmiştir.

****
Tatil demek, ortam değişikliği demek, bulunduğun mekandan bir süre de olsa uzaklaşmak demek, nefes almak demek, rutinin dışına çıkmak demek benim için. Öyle de oldu, güzel oldu. Dinlendim doğrusu. 

Bu tatil yine Egenin güzel kıyılarında geçirdim. İlk durağım küçük bir Ege kasabasıydı, yani doğduğum, köklerimin yaşadığı yer, yani memleketimdi. Bayram öncesi başladığı için tatil, bayramın ikinci gününe kadar oldukça nostaljik bir dinlenme oldu benim için. 



Bahçelerde dolaştım, kendi ellerimle domates, biber, patlıcan, ayva, nar, mandalina, incir, karpuz topladım, sonra da "ne güzel cennette yaşıyoruz, mandalinayla, ayvayla, inciri, karpuzu aynı mevsimde toplayabiliyoruz" diye de şükrettim, kırlarda temiz havada yürüdüm,  aralarında yıllardır görmediğim akrabaların da olduğu ziyaretler yaptım, dedemlerle sohbet ettim, bayramın ilk günü kapıyı çalan çocuklara şeker dağıttım.

Tatilin bu ilk bölümü gerçekten nostaljik oldu bizim için ve gerçekten ruhum dinlendi.
Bayramın ikinci günü sabah erkenden ailemle birlikte atladık arabaya ve yola çıktık. İzmir, Çandarlı, Dikili, Ayvalık, Akçay, Altınoluk, Burhaniye, Ören yani Çandarlı Körfezi ve Edremit Körfezi, tatilimin ikinci yarısına ev sahipliği yaptı.


Bunca zaman geçmiştim o yoldan ama Çandarlı' ya hiç gitmemiştim mesela. Bu tatil babamın bize yaptığı bir sürprizle burayı da tanımış oldum. Çok güzel bir yer, geniş bir körfez. Manzara kuş bakışı çoğu yerde ve çok güzel gerçekten, deniz de bir o kadar berraktı. Şansımıza hava oldukça sıcaktı ve ekim ayının ilk günü olmasına rağmen tek tük denize girenler de vardı. Doğrusu benim yanımda olsa malzemelerim, ben de girerdim:) Havanın yumuşaklığı, denizin berraklığı, ve ortamın sessizliği insanı fazlasıyla baştan çıkarıyordu:) 


Çandarlı' nın bu kadar büyük bir yer olduğunu bilmiyordum. Denize karşı öyle güzel evler gördüm ki, "burda insan hiç yaşlanmaz" dedim içimden... Ama artık sezon çoktan bittiği için, o kalabalık ve gürültü yok, yazlıkçılar gitmiş, oldukça sessiz bir kasaba kalmış. Bütün koyu yürüyerek dolaştık, sanırım birkaç kilometre yol yürüdük o gün... 

O gece yazlığa döndük. Ertesi gün Ayvalık ve Cunda Adası rotamızdaydı. Ne kadar sık gidersem gideyim, ne Ayvalıktan ne de Cunda Adasından sıkılmam mümkün değil. Orada bir süre yaşamışlığım da var, yani yazı kadar kışını da biliyorum Ayvalık' ın. Yine güzeldi. Ama trafik çok yoğunlaşmış sadece o beni sıktı biraz. Hani hafta sonu Boğaz'da arabayla gezmeye çıkarsın da adım adım gidersin ya, aynen öyle adım adım gidiyorsun Ayvalık' ın içinde. Üstelik park olayı da bir başka sorun. Bu yüzden mümkünse şehir dışında kalacak araba, o da olmuyor ne yazık ki.. 

Yine Ayvalık tostu yedim ama bu sefer Cunda'da yedim. Benim asıl yediğim bir büfe vardı ki, onun tostu dillere destandı. Ne yazık ki o büfeyi bulamadım. 

Kıyıya bağlanmış küçük teknenin halatının gıcırtısı kulağımda, gözüme giren güneşin rehavetiyle, denizdeki aç balıklara ekmek atıp, onların o ekmeğe saldırmalarını izledim... Her gittiğimde orijinal bir kolye ya da bileklik bulup aldığım incik boncukçuları dolaşıp,yine her birini tek tek denedim... Oradaki satıcılarla hoş beş ettim... 

Sonraki gün,hayatımdaki en şiddetli yağmuru izledim. Bütün gece elektrikler kesikti ve ardı ardına şimşekler çakıyordu. Kapalı panjurların küçük aralıklarından giren ışıkla, evin içi korku filmi sahnesine dönmüştü. Bütün gece uyuyamadım zaten. Adeta gök delindi. 



Sabah uyanıp balkondan baktığımızda kendimizi bir adanın ortasında bulduk adeta. Şehir içinde olmamıza rağmen ortalığı öyle bir sel almış ki, arabaların tekerlekleri bile yarısına kadar suyun içinde kalmış. "Eyvah evde hapsolduk" diye düşünürken, öğlene doğru iyice güneş etkisini gösterdi de, sular biraz buharlaştı, biz de rahat bir nefes aldık. 

Altınoluk, Küçükkuyu, Kaz Dağları, karşıda Midilli Adası, radyoda yunan kanalları, kulağımda harris' ler, dalaras' lar, zeytin ağaçlarının yeşili, denizin mavisi, lodosun dalgası ve duyduğum derin iyot kokusu derken tatili bitirdik. 
Şimdi  uykudan uyanıp, çalışma vakti... Herkese mutlu haftalar...

Alıntı : Blogcu


Günün Sözü : 
" Bilmediğin bir yere gitmek, bilmediğin bir yönünü keşfetmektir." Martin Burber


tatil bitti sözleri ile ilgili görsel sonucu


İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/ - Google'da Ara
28 Temmuz 2019, Antalya-Turkey


27 Temmuz 2019 Cumartesi

TATİLİN BÖYLESİ





Görüntünün olası içeriği: bitki, ağaç ve açık hava



Tatil

Merhaba Gönül Dostlarım,

Farkındalık ve Eğitim ile ilgili yazılarımızı bir süreliğine rafa kaldıralım bugün sizlere sayın Bige Güven Kızılay' in yaşadığı Yaz Tatilleri ile ilgili  anı ve duygularını anlatan bir yazısını  aktarmak istiyorum.

Tatilden anladığım şey değişti. Artık bilmem kaç yıldızlı tatil köylerinde şezlong kapışmak , yüzlerce çeşidin olduğu açık büfede seveceğim bir tek lezzet bulamamak, tabaklarda kalıp çöplere oluk oluk boşaltılan yemeklere üzülmek istemiyorum. Plajda dalgaların sesini dinlemek varken kap kacak takırtısı gibi cıstak cıstak bir müzik duymak da istemiyorum.
Sevenlere asla sözüm yok, sakın beni yanlış anlamayın. Oralarda emek verip hayatını kazanan binlerce insan var zaten. Bu bana geçen sene tak diye gelen bir duygu.
Çocukluğumun içten, doğal, organik yazlarını özledim ben.
O yüzden bu sene kendimize Cunda’ da küçük, şirin bir pansiyon bulduk, düştük yollara.
Ayvalık’ ı son görüşüm sekiz yaşındayken bir kampta. Bir de maalesef kaza geldiydi başıma, boylu boyunca bir camın içine düştüm ve omzum yarıldı. Onun korkusu ve acısı, buzz gibi deniz, sert bir rüzgar ve iğne gibi her yerimize saplanan kumları hatırlıyorum. Hiç de hoş anılarım yok yani. Muhtemelen tam da bu yüzden birileri Ayvalık dedikçe başımı öte yana çevirir dururum.
Ama bu defa, nasıl desem; Cunda çağırdı resmen beni. Küçük, sevimli, derli toplu, özgün bir yerde olmak istedim.
Sabah erkenden Ayvalık’ a girdik. İlk gördüğüm manzara , balkonda kahvaltı eden bir emekli çift. Giriş katı bir ev. Tam önü deniz. Amcam atletli, şortlu, teyzem çiçekli yazlık elbisesini giymiş, elinde çaydanlık ile masaya ilerliyor. “Oh be!” dedim içimden. İşte aradığım ortam tam da bu. Samimiyet, doğallık.
Anneannelerimin Yalova Aydın 6’ daki evlerinin sabah kahvaltılarına ışınlanıvermek istedim bir an. Hepimiz eksiksiz dizilmişiz kalabalık, kocaman bir sofranın etrafına . Masada anneanneciğimin elleriyle yaptığı çilek reçeli, az önce bakkaldan aldığı çıtır ekmek, incecik kesilmiş kaşar peynirleri, demli çay. Dedemin kehribar gözleri, dayımın şakaları, kuzenlerimin cıvıl cıvıl kahkahaları, annemle Semoş’ un “Allahaşkına...” diye tabakları birbirlerinin ellerinden kapışarak sofrayı toplamaları, babamın gazetesinin mürekkep kokusu, ve evin içindeki lap lap tokyo sesleri... Bir tatlı telaş, deniz öncesi...
Havasına bayıldım Ayvalık’ ın. Hiç nem yok bir kere. Yapış yapış hissetmeden bir hafta geçirmenin dayanılmaz cazibesi kucaklıyor sizi... Mutlaka tatlı bir esinti var. Serin serin, ama üşütmeyen cinsten. Sanki şefkatle okşar gibi bir rüzgar.
Cunda deseniz, film seti gibi, masal adası gibi geldi bana. Hikmet hanım ve Halil beyin ufak, tertemiz, huzurlu pansiyonları. Bembeyaz odamız, denize bakan. Gece yattığın yerden denize vuran kocaman dolunayın ışıklarını görebilmek... Sabah kumru ötüşlerine, horoz seslerine uyanmak... Kahvaltı yaparken saçlarının tatlı tatlı uçuşması, masada Hikmet hanımın nefis puf börekleri, nar, ıhlamur, vişne reçelleri... Sürpriz olarak önüne kondurulan şahane sakızlı kurabiyeler...
Artık tüm gün deniz, havuz muhabbeti istemiyorum. Kahveyi bir yerde içelim, başka bir yerde değişik bir şey öğrenelim, farklı insanlarla tanışalım arzusundayım.
İlk gün ilk hedefimiz Aşıklar Tepesi. Orada kiliseden dönüştürülmüş bir kütüphane varmış. Kitap olur, kütüphane olur da ben durabilir miyim? Halil bey diyor ki, güzel bir cafesi vardır, arka tarafında oturursanız Kaz Dağlarından poyraz esiyor bugün, astım hastalarından özellikle oraya gelen olur terapi diye... Allah’ım nasıl anlatsam bilmiyorum, böyle temiz bir hava olamaz. Yani burada aldığım nefesse, normalde aldığım ne diyorsunuz. Bir kere oraya mutlaka gidin ve o rüzgarda deriiin deriiin nefes alın. Yalnız yolunu yürümek isterseniz, şapka ve spor ayakkabı olmadan çıkmayın derim. Kaldırım taşlarından sıkı bir yokuş bekliyor sizi.
Her taraf zeytinlik. Zeytin ağaçlarına aşığım zaten. O yaşadığı onca yılın izini taşıyan pütürlü gövdelerine, o gümüş ışıltılı zarif yapraklarına... Bir de zeytin taneleri üstündeydi hepsinin. Son romanımda inceledim biliyorum artık; hasat zamanı Ekim –Kasım’da. Şu an olgunlaşıyor zeytincikler daha... Deniz kenarında bir zeytin ağacı bulup altına uzandım mı değmeyin keyfime... Saatlerce susup oturabilirim orada.
Akdeniz’le karşılaştırınca deniz soğuk. Ama zaten serinlemek için girmiyor muyuz? İlk gün biraz zızızzı şeklinde çenem titredi itiraf edeyim. O gün Badavut plajını denedik, ve çivi gibi deniz, cidden çivi gibi. Yüzdükçe alışırım diyorsanız, ı-ıh, pek de alışılmıyor. Çok uzun suda kalamadım. Ama başını o serin suya sokma duygusunun verdiği ferahlık sahiden emsalsiz. Ya da bana çok iyi geldi bilemiyorum.
Ertesi gün istikamet Sarımsaklı plajı. Bir de hazin hikayesi varmış meğerse. Artık ne kadar doğru bilmiyorum ama, rivayet bu ya, sarışın dünya güzeli bir ağa kızı, bir çobana aşık olmuş. Babası da ona vermek istemediği için zeytinliklere saklamış kızını. Çoban sevgili ise “Sarı’m buralarda saklı, Sarı’m buralarda saklı” diye arar dururmuş... Yediğimiz sarımsak ile ilgisi yokmuş anlayacağınız. Ben yeni öğrendim.
Cunda’ya gelip de meşhur Taş Kahve’ye uğramadan olur mu? Bir can kardeşim tembihledi beni, sakın dışarda oturma, sen içeriyi görmelisin, bayılırsın diye... Gerçekten de asıl Taş Kahve içerisi. Dışında oturursanız diğer yerlerle bir fark hissedemiyorsunuz. Kocaman, yüksek tavanlı bir yer düşünün. Dört bir tarafta tavanlarda kuş yuvaları var. İçerde kırlangıçlar uçuyor bu yüzden. Renkli camlardan içeri yansıyan ışıklar şahane. Duvarlarda kocaman eski tip aynalar. Arı gibi koşuşturan garsonlar... Sanki zaman makinasına binip 1950’ lere gitmiş gibiyiz. Derken.... Dooonk , dooonk bir ses başlıyor. İstanbul’da açık şantiye gibi yaşamaktan öylesine bunaldık ki ense köklerim ürperiyor bir anda. Burada da mı inşaat ya, inanmıyorum!
Bir de bakıyorum ki ne göreyim, kahvenin tam ortasında duran kocaman dibeğin başına bir kaslı adam oturmuş eline de tokmağı almış, kahve dövüyor. Meğer meşhur Ferit Kaptan’ mış o. Elindeki tokmak da 30 kiloluk. Bir tarafa da dövüldükçe misler gibi kokan kahveyi yığmışlar, kadifeden bir tepecik gibi. Hayatımda böyle güzel kahve içmedim.
Rengarenk kapılar sonra. Kenarlarında çingene pembesi begonvillerin öbeklendiği... Taş binalardaki minicik, o dantel gibi ferforjelerle çevrelenmiş balkonlar... Hani altında serenat yapılanlardan. Daracık parke kaldırımlı sokaklarda ağaç dallarına asılmış şemsiyeler, nazar boncukları...
Ve yemekler, mezeler... Sakızlı dondurmalar, bademli keşküller mesela... Sonra Adap Çorbacısı. Hayatta hiç bir yerde bulamayacağınız lezzette kemik suyuna pişmiş ada otlarından tutun, etli erişteli çeşitlerinden, paça çorbasına kadar. Anneannemin bir zamanlar kullandığı bakır taslarda geliyor, annem ne derdi onlara, hah kuşane. Üstünde bir parça pişi ile gözleme arası çıtır hamur ile. Nefis gerçekten. Bamya köftesi deneyin mesela. Pişman olmazsınız.
Meze diyorsak lakerdanın hası orada, tavanın üstünde minicik doğranmış kırmızı soğan ve sızma zeytinyağ, deniz börülcesi şahane, ve rum böreği denen tadı denemeden dönmeyin derim.
Dönmeden bir gün önce meydanda kurulan pazara gidiyoruz. Allah' ım hepsini bir sepete doldurup İstanbul’a ışınlanasım var. Kabak çiçekleri toplamışlar sapsarı, görmeniz lazım. Zeytinler, bademler, kıpkırmızı domatesler... Sakızlı, kekikli sepet peynirleri var, saganaki dedikleri. Bıraksanız hepsini yükleyeceğim arabaya...
Şeytan Sofrası varmış, oraya uğruyoruz bir akşamüstü. Güneşi batırıyoruz şahane renklerle. Sanki gökyüzüne şiir yazılmış... Kocaman çam ağaçlarının çerçevelediği şahane bir tablo gibi karşıdan denize batıyor güneş, ardında turunculu morlu göze görkem bir iz bırakarak...
Son akşam çıkıp minicik balkonumuzdan denize düşen mehtabı ve yakamozları izliyorum içimi çekerek. Öyle bir memleket ki diyorum, cehennem de içinde, cennet de. Sen hangisini istersen onu seçiyorsun.
Değişimden şikayet edip söyleneceğine, özlediğin şeylere doğru adım attığında kucaklayıp alıveriyor seni koynuna.
O yüzden işte, şikayet etmeyeceksin, edeceğin bir yerdeysen orada durmayacaksın, sen giderken orada kalmayı tercih edeni de eleştirmeyeceksin.
Özlediğin ne ise ona doğru yürüyeceksin kardeşim.
Denizse deniz, zeytin ağacı ise zeytin ağacı, kekik kokusu ise kekik kokusu, samimiyetse samimiyet. Neyi arıyorsan o’sun sen.
Ne demiş Ahmet Hamdi Tanpınar,
Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında
Memleket zaten şahane.
Zamanın neresinde durmak istiyorsan sen seçeceksin 
.

Bige Güven Kızılay
24.07.2019
Fotoğraf : Cunda'da bir ev

Günün Sözü :