22 Temmuz 2018 Pazar



 HAYATI GAMSIZ YAŞAMAK


gamsız yaşamak ile ilgili resim ile ilgili görsel sonucu



Merhaba Gönül Dostlarım,

Bundan önce Neyzen Tevfik ile ilgili bazı yazı paylaşımlarım olmuştu.
Bugünkü Pazar Günü sohbetimizde "Hayatı Gamsız Yaşamak" ile ilgili yazımda  Hayatı Gamsız  biri olarak yaşayan Neyzen Tevfik' in hayatından bir kesiti ele aldık.

Hayat sizi bunalttığında ya da her şeye karşı çok rahat olmak istediğinizde gamsız  olmayı hayal etmişsinizdir. Peki gamsız olarak yaşamak mümkün mü? "Gamsız olmak olayları kendine dert etmeden geçiştiren aldırış etmeyen tasasız, vurdum duymaz" olarak tanımlanmış. Günümüz zamanında yaşayabilmemiz için belkide en çok istediğimiz şey. Gamsız olanların çok yaşayacağı, kargaların da bu yüzden ömürlerinin uzun olduğu gibi bazı efsaneler  olduğu bilinmektedir.
Bugünkü yazımda  Gamsız  biri olarak kısa bir hayat yaşayan Neyzen Tevfik' i ele aldık.

Hayatı ve Kısa Öz geçmişi :

Hayata gözlerini Osmanlı İmparatorluğu döneminde açıp, Türkiye Cumhuriyeti döneminde kapayan Neyzen Tevfik, şair, besteci ve yazar kimliğinin dışında, çağımızın en önemli fikir adamlarından biridir. Haksızlığa ustaca yaptığı hiciv yeteneğiyle karşılık veren Neyzen Tevfik, tepkilerini yazdığı şiirler aracılığıyla sunmuştur. Kaleme aldığı şiirler sebebiyle de, tıpkı tarihteki birçok yazar ve şair gibi tutuklanarak hapis cezası yemiştir. Biz onu her ne kadar Neyzen Tevfik olarak tanısak da, asıl adı Tevfik Kolaylı’ dır. Babası Hasan Fehmi Bey, Samsun’un Bafra ilçesine bağlı, Kolay beldesinden olduğu için, Soyadı Kanunu gelince Kolaylı soyadını almışlardır.

Rakı başta olmak üzere tüm içkileri severdi Neyzen. Onu tanıyanlar ayık gezmediğini söylüyor. Neyzen kendi hayatını “Uzun derbederlik hayatımda, o kaldırımdan bu kaldırıma; o kapıdan bu kapıya; o diyardan bu diyara; ney’im ve mey’imle bir kuru yaprak gibi savruldum.” cümlesiyle özetliyor. Rakıyı su gibi içen, argo ağızlı  ve neye en güzel üfleyen adam olarak bildiğimiz Neyzen Tevfik’in hayatını anlatan bir bölümle daha yakından öğrenmek ister misiniz?


Neyzen Tevfik' in kısa hayatından bir kesit;

Neyzen Tevfik, Önünde asılı bulunan kağıtta eski yazıyla "HİÇ" yazıyor... 1904
gamsız yaÅŸamak ile ilgili resim ile ilgili görsel sonucuHocapaşa Camii’ nin tabutluğuna gidip, bir tabutun içine girer, kapağını üzerine örter ve uyur. Dünya malına zerre tamahı yoktur. Kimseye minneti de yoktur.
“Dünyanın en yüksek tahtına da çıksan, yine aynı g..le oturacaksın” der. Geçmiş günlere yananlara şöyle seslenir:
“Geçen gençlik günlerine yanmayan
Yok gibidir, bense bakar geçerim.
Yoku vara, varı hiçe gömerek
Her solukta bir gam yakar geçerim.”
İlk çıkardığı şiir kitabına da “Hiç” adını vermiştir. Kendisine memuriyet teklif eden Talat Paşa’ya memur olunca sonunda ne olacağım diye sorar. Talat Paşa memuriyet silsilelerini saydıktan sonra son kademeye gelir ve en son kademeyi şöyle söyler: Hiç. Neyzen paşaya döner ve şöyle der: “İşte ben bugün de hiçim!”
1940’l ı yıllarda Bakırköy Akıl Hastanesi’ nde 21 numaralı koğuş O’na ayrılır. Hem doktoru hem de dostudur ünlü sinir uzmanı Mazhar Osman. İstediği zaman gider, kalır, sonra canı istediğinde çıkar. Gençliğinde hem Mevlevi hem de Bektaşi dergahlarında kalmış, pek çok kişiden de feyz almıştır. Ancak hiçbir tarikate bağlı kalmamıştır. Öyle ki; İstanbul’ a medrese eğitimi için geldiği yıllarda sarık ve cübbe taşımadığı için medreseden; namaz kılmadığı ve abdest almadığı için de Mevlevihane' den kovulur.
Savaş vurguncularından birinin dedikodusu yapılmaktadır. “Tonla parası var… Herifin bir eli yağda, bir eli balda… Nereye gitse, hemen yol açıyorlar!” diye. Neyzen, “Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes?” diye sorar, “Çekiliyor.” cevabını alınca; “Demek cebindeki pisliğe bulaşmak istemiyorlar…” diye yapıştırır cevabı.
Bir gün Neyzen’e sorarlar: “Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?” Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir. Neyzen: “Maliye Vekili değilim ki, çalarken zevk alayım” der.
İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat, çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar. Karşılaştıklarında, Neyzen, “Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.” deyince adam, “Genç yasta vali oldu, neden fasulyeye benzesin?” diye sorar. Neyzen de verir cevabı: “İşte ben de onun için benzetiyorum ya, fasulye de sırığa sarılarak büyür.”
Hayatı yoksullukla geçmiş, Neyzen Tevfik, yüreği insan sevgisiyle do­lu biriydi. Dünya malına hiç değer vermezdi. 1952 yılında Şehir Komedi Tiyatrosu’ nda jübilesinin yapılacağı gün bir arkadaşına telefon açar, kendisine bir takım elbise göndermesini ister. Arkadaşı elbiseyi gönderir. Jübile bi­tince sahnenin arkasında o elbiseyi çıkartıp oradaki garsonlara verir, sonra eski elbi­selerini giyer. Bana vereceğiniz parayı da yoksullara dağıtın, der.
Nice abdalların bulmak için nice yıllar yanıp tutuştuğu, aptalların ise dünya malında bulmayı umduğu o son mertebeyi ne de güzel izah etmiştir Neyzen. Hiçtir. Bu yüzden 28 Ocak 1953’de verdiği son nefesinde o “hiç”i uğurlamak için binlerce insan akın eder Barbaros Bulvarı’na. En yüksek derecede devlet memurlarından, kılıklarına çeki düzen vermeye çalışan sarhoşlara, üniversite profesörlerinden, sokak dilencilerine kadar binlerce insan… Hiçlik mertebesine erişmiş Neyzen’i “hep” birli
kte uğurlar..
Alıntı :

https://youtu.be/dBYb4pLZrxI

youtub neyzen tevfik ile ilgili video

Günün Sözü :

" Çok Gülen insana iyi davranın, çünkü bir yerlerde hep Tek başına Ağlar..."
 Can Yücel


.hayatı gamsız yaşamak görseller ile ilgili görsel sonucu

İbrahim Birol, http://brahimbirol.blogspot.com.tr/
22 Temmuz 2018, Antalya-Turkey



18 Temmuz 2018 Çarşamba

DOĞAYA SAYGILI OLMAK...( 2 )









Merhaba Gönül Dostlarım,

" Doğaya Saygılı Olmak..." olarak başlattığım yazı dizimin siz ' Gönül Dostlarım '  tarafından ilgi ile karşılanması Çevreye  duyarlılık gösteren Dostlarımın bir hayli fazla olması beni son derece mutlu etti.  Doğaya ve Çevreye saygılı olmak önce insanın kendisinde başlar, bu duyarlılık çocuklarına ve aile bireylerine daha sonra da Toplumun geneline yayılır bu benim kişisel görüşüm...

Yukarıda görmüş olduğunuz fotoğraf Aydın ilimizden. Fotoğrafta gördüğünüz kadınların hepsi de yabancı ve Aydın Didim'de yaşıyorlar. Peki ne mi yapıyorlar? Haftanın farklı günlerinde toplanıp "Broking" adını verdikleri çöp toplama yürüyüşleri yapıyorlar çünkü bu yabancı kadınların geldikleri ülkelerde çevreye duyarlı Doğaya saygılı insanların sayısı bir hayli fazla, bulundukları mekanlar hangi ülke sınırları içinde bulunursa bulunsunlar önce kendi sağlıklarını ve sonra  toplumun sağlığını ülke ve sınır tanımadan her yerde yaptıklarından emin olabilirsiniz. 
Bu yabancı kadınların tüm toplumumuza örnek olmalarını tavsiye ediyorum, kimbilir belkide bir gün bizim toplumumuzda da bu tür alışkanlıklar olacaktır... 
Bu yazımı sizlerinde bu toplumun Doğaya saygılı birer ferdi olarak yakın çevrenizdeki insanlarla paylaşmanız halinde, çevrenize saygılı olduğunuzun bir göstergesi olarak her zaman hafızalarda kalacaktır...
Her nerede olursa olsun çevre kirliliğine neden olanları her zaman uyarın Lütfen.!


Önce Kendinizi Sevin, sonra da Sevdiklerinizin, sahip olduklarınızın ve size değer verenlerin kıymetini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun... En iyi dileklerimle. Esen kalın... 
Unutmayın ki, sizin şikayet ettiğiniz yaşamınız, belkide  başkasının hayali olabilir.


çevre ile ilgili sözler görseller ile ilgili görsel sonucu

Fotoğrafta gördüğünüz kadınların hepsi de yabancı ve Aydın Didim'de yaşıyorlar. Peki ne mi yapıyorlar? Haftanın farklı günlerinde toplanıp "Broking" adını verdikleri çöp toplama yürüyüşleri yapıyorlar. Hem yürüyerek spor yapıyor hem de Didim'in muhteşem doğasını çöplerden temizliyorlar. Aralarına günden güne Türk kadınlarının da katıldığı bu grup, giderek büyüyor ve daha geniş bir alan çöplerden temizleniyor... 
Arabanızın camından attığınız su şişesi kendi kendine yok mu olacak? Attığınız "poşet" eriyip gidecek mi sanıyorsunuz? 
Yere, denize, doğaya çöp atmayın! Attığınız her çöp ya bu gezegene bir zarar verecek, ya da onu almak için bir insanın belini eğecek, unutmayın! 
Bu güzel hareketi, emek veren bu kişileri yürekten kutluyor ve paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyoruz! 

Alıntı : Hülya Gözen, Keyif Atölyesi

Günün Sözü :


doğaya saygılı olmak resim ile ilgili görsel sonucu

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
18 Temmuz 2018, Antalya-Turkey
















































13 Temmuz 2018 Cuma




BAKIŞ AÇISI...


Otomatik alternatif metin yok.


Merhaba Gönül Dostlarım,


Bugünkü yazıma başlamadan önce bir hatırlatmada bulunmak ve teşekkür etmek istiyorum.
28 Haziran 2018 tarihli " Gerçeği Değiştirmek" başlıklı yazıma gönderdikleri görüntüleme ve beğenilerinden dolayı Rusya' daki Gönül Dostlarıma yazıma gösterdikleri ilgilerine sonsuz sevgi, saygı ve şükranlarımı yolluyorum, daha güzel yazılarda tekrar bir arada olmak temennisiyle hoşça kalın.

" Gerçek Dostlar" adı altında  bundan bir kaç ay evvel yayınladığım yazılarımda " Hayal Ağacım, Kehribar Zamanında Aşk, Kırk Yama, Hayal Ağacım İğde"  gibi kitapların yazarı Bige Güven Kızılay'ı  sizlerle tanıştırmış ve bu değerli yazarın bazı kitaplarının kısa özetlerini ayrıca paylaşmıştım.

Bige Güven Kızılay' ın kitabından alıntı aşağıdaki yazısında bizlere vermiş olduğu mesajı sizlerin yorumuna bırakıyorum...


Önce Kendinizi Sevin, sonra da Sevdiklerinizin, sahip olduklarınızın ve size değer verenlerin kıymetini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun... En iyi dileklerimle. Esen kalın... 
Unutmayın ki, sizin şikayet ettiğiniz yaşamınız, belkide  başkasının hayali olabilir.


Bana çok acayip gelen bir şey keşfettim dün. 
İnsanlar, kötü bir olaya , ya genel olarak “kötülüğe”, daha “ ilk duydukları anda inanıyorlar” ve bunu kulaktan kulağa konuşarak yayıyorlar.

Ama “iyi bir habere” veya olaylara, insanları “inandırmanız için dil dökmeniz” ve “ikna etmeniz” gerekiyor. Mutlaka altında bir çapanoğlu arıyorlar. Anlatırken bile, “Güya böyle böyle olmuş ama....” diye o şüpheyi içine ekleyerek konuşuyorlar.

Neden?

Neden kötü insanların varlığına çabucak inanıyoruz da, iyi insanlara şüphe ile yaklaşıyoruz?

Bir de başka soru sorayım, hangisine inandığımızda rahat ediyoruz?

Yani, kötülüğün bu derece yaygın olmasına inandığımızda mutlu olmamız, huzur duymamız mümkün mü?
( Lütfen yazının bundan sonrasını, “Ama öyle!” demeden , yani önyargısız okumaya çalışın.  )

Peki, bu hep böyle miydi?

Yakın tarihimizi bir düşünelim.
Şu kritik coğrafyada, bu güzelim ülkenin başına gelmeyen kalmadı.
Ama şimdilerde “Hiç bu kadar kötü olmamıştık” söylemi var ya; sinir kesiyorum duyunca.
Kusura bakmayın ama , “olduk.”
Daha beter günlerimiz de “oldu.”
Tek fark neydi biliyor musunuz? “Bakış açımız” !

O zamanlar iyiliğe inanıyor, kötülüğe şaşıyorduk.
Şimdilerde, kötülüğe inanıyor, iyiliğe şaşırıyoruz.

Bu kadar basit aslında.
Bu kadar basit ve çarpıcı.!
Ve çok da tehlikeli.

Neden biliyor musunuz?
Çünkü inandığınız şeyi kabullenirsiniz, kanıksarsınız.
Bu şekilde düşünerek, biz kötülüğü kabulleniyor, bir anlamda farkında olmadan “onaylıyoruz”.

“Birisi kötülük yaptıysa normaldir. Herkes kötü zaten. “ Bir tarafta bu algı var.
“Yok canım vardır bir çıkarı, bu kadar iyi olamaz kimse” Bir tarafta bu algı var.

Sizce böylesi bir topluma ne hakim olur?

Ben size söyleyeyim: Korku. Şüphe. Umutsuzluk. Güvensizlik. Karamsarlık.

Peki, bizim toplumcak kötülüğe inanmamız kimlerin işine gelir? Lütfen bir de bunu sorun kendinize.
Cevabını bulmayı sizlere bırakıyorum.

Çok sevdiğim bir söz var. “Kötülerin en büyük korkusu, kötülüklerine seyirci bulamamaktır” diye.

Ben etrafıma baktığımda kötüleri izleyen iyiler görmek istemiyorum. Algı yönetimi paspas etti hepimizi, “İyilik enayiliktir. Dünya kötüdür. Siz azınlık ve zayıfsınız. Kötüler güçlüdür. Güçlü olan haklıdır. Ona biat edilir”.

Pardon da...

Dünyaya gelme amacımız, kötülere biat etmek mi acaba?
Biz farkında olmadan, dünyanın nasıl kötü olduğunu anlatıp yayarken, onlara hizmet ettiğimizi fark ediyor muyuz?

“Umut fakirin ekmeği” diye şiirler okuyan bir nesilden, biz bu günlere nasıl geldik bilemiyorum. Bu mantıktan gidersek, fakirin elinden bırakın ekmeği; umudu bile almış durumdayız.
Cidden silkinmemiz gerekiyor.

Derin bir nefes alıp şu şiiri okuyalım mı?

Kardeşim,
Sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
Uçak sağ salim inebilsin meydana
Doktor gülerek çıksın ameliyattan
Kör çocuğun açılsın gözleri
Delikanlı kurtulsun kurşuna dizilirken
Birbirine kavuşsun yavuklular
Düğün dernek yapılsın hem de
Susuzluk da suya kavuşsun
Ekmek de hürriyete
Kardeşim
Sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
Onların dediği çıkacak
Eninde sonunda

Nazım Hikmet, vatan hasretinden kıvranırken kaleme almış bu satırları. Asla yeniden göremeyeceği ülkesinin kokusu burnunda tüterken. Kendi gelemese bile, bari mezarının Anadolu’nun ücra bir köyünde bir çınar ağacın altında olmasını vasiyet ederken...O durumda bile umut kokuyor satırları.

Bizler...Böylesi güzel bir memleketin topraklarında bilfiil yaşarken, iyilikten ve sonu tatlıya bağlanan hikayelere inanmaktan nasıl vazgeçebiliriz?

“ Susuzluk da suya kavuşacak
Ekmek de hürriyete...
Eninde .... sonunda....”


bige güven kızılay resim ile ilgili görsel sonucu
Bige Güven Kızılay
04.12.2017


Günün Sözü : Bir erkeğe en çok yakışan şey, ne kirli sakal, ne havalı güneş gözlüğü, ne de yırtık kot; " Merhamettir'

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
13 Temmuz 2018, Antalya-Turkey





11 Temmuz 2018 Çarşamba

PSİKOLOJİK RAHATLAMA



ŞÜKRETMEK RESİM ile ilgili görsel sonucu






Merhaba Gönül Dostlarım,

 Bazı rahatlama ve gevşeme tekniklerinin ise stresle başa çıkmada oldukça faydalı olduğu bilimsel araştırmalar sonucu da ortaya konulmuştur. 
Uzmanların bizlere tavsiye ettiği bazı uygulamalara bakarak hareket etmenin faydalarını görebilmek elimizde. Aşağıda verilen altı adımı haftada bir kaç kez uygulamanızın psikolojik olarak sizlere sağlayacağı faydaları kendiniz uygulayarak görebilmeniz mümkün.



Altı Adımda Rahatlama Yolu


Bu adımları haftada birkaç kez uygulayın ve psikolojik olarak rahatlamanın keyfini çıkarın.

Hepimiz zaman zaman hayatın zorluklarının sıkıntısını yaşarız.
Psikolojik rahatlamaya harcanan zaman sıkıntılarınıza doğal yolla deva olur.
Tabi dinlenme (relaxation) başlı başına bir sanat formudur ve öğrenilmesi gerekir.
Zihninizi açmak ve anı yaşamak için bu altı adımı deneyin:

Adım 1: Psikolojik Rahatlama İçin Zaman Yarat

Zaman yaratmak belki zor olabilir ama inan bana, buna değer.
Muhtemelen bir saate ihtiyacın olacak, bir saat olamıyorsa da ayırabildiğin zaman idare edecektir. Bu süre boyunca dikkatinin dağılmayacağına emin ol. Psikolojik rahatlama için aşağıdaki maddeleri uygulamaya çalış.

Adım 2: Dinlen

İlk adım hayatın bugünlerde yaşandığı telaşlı ve hızlı tempodan yavaşlamak.

Bunun için zihninin özgürce dolaşmasına izin verecek çok basit aktiviteler iş görecektir.
Bildik bir yemek pişirmek, müzik dinlemek, bir yürüyüşe çıkmak—senin için en iyi olan şey neyse onu yap.
Eğer ilerlemeli kas gevşemesi ya da meditasyon gibi daha biçimsel bir şey kullanmayı tercih edersen, bu da işe yarar.
Dinlenme için alkolden kaçınmaya çalış— Alkolün yan etkileri vardır ve odaklanmanı sürdürmeni zorlaştırır.
Benzer şekilde televizyon gibi çok dikkat dağıtıcı şeyler de dinlenmeni zorlaştıracaktır.
Zihin açılmak için alana ihtiyaç duyar.

Adım 3: Olumlu duygular bul


Olumlu duyguların yerini saptamak için hafızanı kullan.
Psikolojik rahatlama için hayatındaki iyi bir ana odaklan.

rahatlama ve gevÅŸeme teknikleri ile ilgili resim ile ilgili görsel sonucuÇok büyük bir şey olmak zorunda değil ama ola da bilir.
Basitçe güzel bir koku, iyi yapılmış bir işin verdiği tatmin duygusu hatta yıllar önceden bir hatıra bile işe yarayacaktır.
Bir süre için o hatıraya odaklan ve o duygunun seni tamamen sarmasına izin ver.
İstediğin kadar keşfet.

Adım 4: Şükret

Hayatta minnettarlık hissettiğin bir ya da iki şeyi düşün.
Bunlar herhangi bir şey olabilir ama insanlar genellikle aile ya da arkadaşlık gibi ilişkileri tercih ediyor.

ŞÜKRETMEK RESÄ°M ile ilgili görsel sonucuYa da belki sağlığın hatta son zamanlarda sana küçük bir iyilik yapmış biri bile olabilir.
Zihninin bir süre için bu hissin üzerinde durmasına izin ver.

Adım 5: Geçmişten gelen olumsuz düşüncelere el salla

Zihninin özgürce dolaşmasına izin verdiğinde, bazen olumsuz duygularda takılı kalabilir. Bunları fark etmeye çalış ve olumsuz duyguların uzaklaşmasına izin ver.
Onları bir yana itmek değil, sadece fark etmek ve kabullenmek önemli; tıpkı sokaktan geçerken karşılaştığın bir tanıdığa el sallamak gibi.
Sonra usulca zihnini olumlu bir düşünceye ya da minnettar olduğun bir şeye yeniden odakla.

Adım 6: Derin odaklan

Bir müddet sonra, muhtemelen daha huzurlu bir ruhsal duruma gireceksin.
Burada sanki daha fazla zamanın varmış gibi hissedeceksin… …
…ve bu zaman sana ait.
Şimdi seçme hakkına sahipsin.
Eğer bu şekilde olmaktan keyif alıyorsan, devam et.
Eğer durumu devam ettirecek meditasyona yönelik bir şey varsa aklında, dikkatini ona verebilirsin.
Okumaya niyetlendiğin bir kitabı aç, günlük yazmaya başla, bir resim çiz ya da ilgilendiğin şey neyse onu yap.
Ama eğer bir aktivite seçersen, bunun derin odak halini bozmayacak bir şey olduğuna emin ol.
Televizyonu açmak, örneğin, büyük olasılıkla anı mahvedecektir.
Online alışveriş, haberleri okumak ya da video oyunları oynamak hissiyatı devam ettirmeye yardımcı olmayacaktır.
Tüm bunlardan çok daha iyisi derin odak hissini uzatabildiğin kadar uzatmak  hatta anın tadını çıkarmaktan başka hiçbir şeye odaklanmıyor olsan bile.
Aslında: özellikle anın tadını çıkarmaktan başka hiçbir şeye odaklanmıyorsan.
~~~~~~~
Neden haftada birkaç kez bu altı adımı denemeyesin ve seni nasıl hissettirdiğini görmeyesin ki…?

Alıntı :


https://youtu.be/ypEaqHMlB7Q


Günün Sözü :

ŞÜKRETMEK RESİM ile ilgili görsel sonucu

İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
11 Temmuz 2018, Antalya- Turkey




5 Temmuz 2018 Perşembe

DENİZ KIZI EFTALYA





Gazi Paşa bu saatte masasına beni değil Deniz Kızı Eftalya’yı çağırsın


Merhaba Gönül Dostlarım,

Boğaz’  ın en güzel köşelerinden biri olan Büyükdere’ nin sakinleri, o yaz mevsiminde gece vakti akın akın sahile iniyorlardı. Çünkü hepsinin ruhunu okşayan bir ses geliyordu denizin enginlerinden tuzlu iyot kokularına karışarak.
Adeta büyülenmiş gibi o muazzam musikiye kaptırıyorlar kendilerini ve efsanesi kısa sürede bütün şehre, şehir ne kelime tüm ülkeye yayılan Deniz Kızı’ nın hikayesini anlatıyorlardı dilden dile...


DENİZ KIZI EFTALYA
(Atanasia Yeorgiadu) (Eftalya Işılay)
1891 yılında İstanbul Büyükdere’ de dünyaya gelmiştir. Asıl adı “Atanasia Yeorgiadu” dur.
Bir subay olan babasının, konuklarına saz çaldığı zamanlarda şarkılar söyleyerek müzik yaşamına başlayan Eftalya, Galata semtinin çalgılı kahvelerinde sahneye çıktı. İlk dönemlerde, adının kantocular arasında geçmemesinin nedeni, o zamanlarda şarkı ve türkü yorumlamasından kaynaklanmaktadır. Udi Yorgo Bacanos' un ağabeyi müzisyen Ale...ko Bacanos, Eftalya' nın sesinden etkilenerek "Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i şarab et" adlı dönemin ünlü şarkılarından birini bestelemiştir.


Gazi Paşa bu saatte masasına beni değil Deniz Kızı Eftalya’yı çağırsınEftalya Hanım'ın Galata kahvelerinde başlayan müzik yaşamı, Türk müziğinin önemli bestecilerinden kemancı Sadi Işılay ile evliliğinden sonra değişti. İlk plaklarını 1923 - 1926 yılları arasında, eşiyle birlikte Fransa'da doldurdu. Aynı dönem Avrupa ve Ortadoğu' da konserler verdi. Dâr-ül Elhan (İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı) adına plak dolduran ilk gayrimüslim sanatçı olmasından dolayı tepki çekmemek amacıyla, doldurduğu 30 kadar plakta kendi adı yerine takma Türk isimleri kullandı. 1927 sonrası doldurduğu plak sayısı 50'ye yaklaştı. Müzik hayatında Sadi Işılay ile evlenmesinin etkili bir rolü olmuştur.
Atatürk'ün huzuruna çıkıp söylediği şarkılar beğenildikten sonra sanatçı, 1930 yılından sonra doldurduğu plaklarda adını gizlememiş, adı plak kapaklarında "Deniz Kızı Eftalya Hanım" biçimiyle yer almıştır. Deniz Kızı Eftalya isminin nereden geldiğini kendisi şöyle açıklamıştır:
“Ben beş-altı yaşımdan beri bu ismi taşırım... Hatta daha garibi “Eftalya” ismini yadırgarım... Asıl ismim “Deniz Kızı” imiş gibi gelir... Deniz Kızı ismi bana nasıl verildi? "Çok küçüktüm. Babam saza pek meraklı idi... Babamın misafirleri geldiği zaman o saz çalar, ben de şarkı söylerdim. Büyükdere’ de otururduk. Mehtaplı gecelerde daima sandal gezileri yapardık... O zaman babam sandalda bütün gece bana şarkı söyletirdi... Sesim az zamanda bütün Boğaziçi’ nde meşhur olmuştu... Geceleri mehtapta bizim sandalın arkasına 20-30 sandal takılır, beni dinlerlerdi... Fakat hiç kimse benim kim olduğumu bilmiyordu... Halbuki incecik sesiyle şarkı söyleyen bu gece şarkıcısına bir isim koymak lazımdı. 'Deniz Kızı' demeye başladılar... İşte Deniz Kızı bu beş yaşındaki Eftalya idi."
Eftalya Hanım'ın 25 yıla yakın bir dönem boyunca sürdürdüğü sanat hayatı, 1936 yılında adına düzenlenen ve dört adet Şirket-i Hayriye vapuruyla yapılan jübile gecesi, mehtabiyede üşüyüp hastalanmasından sonra, 15 Mart 1939 yılında yaşamını yitirmesiyle son buldu.
(Alıntıdır)

Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i şarab et 
Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et 
Kestane bakışlarla beni mest-ü harab et 
Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et

Sizin yine de yolunuz İstanbul Boğazı kıyılarına düşerse, denize kulak kabartın...
Bakarsınız “Deniz Kızı Eftalya”nın o hüzünlü sesinden okuduğu nameleri duyarsınız. Kim bilir...

https://youtu.be/C4EZzIUDTds

gel ey denizin nazlı kızı youtube ile ilgili video


eski müziklerle ilgili sözler ile ilgili görsel sonucuGünün Sözü :



İbrahim Birol, httpp://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
5 Temmuz 2018, Antalya-Turkey