28 Şubat 2018 Çarşamba

DOSTLARLA SOHBET...



konuşan insanlar resimleri ile ilgili görsel sonucu



















Merhaba Gönül Dostlarım,

Dost ve Dostluk Üzerine.. yazılmak istenen ne varsa sanırım bu sayfada hepsi mevcut. Okumanızı tavsiye edebileceğim bir yazıyı sizlerle paylaşıyorum.

Gerçek dostlarını bulmak isteyen insanların zamana ihtiyacı vardır. Dostluk kolay elde edilen bir şey değildir. Uzun zamanda karşılıklı ve çıkarsız bir arkadaşlığa ihtiyaç duyar dostluk. İki kişi fedakarlık çerçevesinde zor günlerden geçtiğinde ve birbirlerine destek olduklarında bu arkadaşlık ilişkisi zamanla dostluğa dönüşür.
 Ama bu duygu dünyadaki pekçok duygunun üstündedir. Gerçek bir dost bulan kişiler bu dünyadaki şanslı insanlardır. Eğer sizin de gerçek anlamda bir dostunuz varsa ona sımsıkı sarılın ve hiç bırakmayın. Çünkü dost karların içinde açan bir çiçek gibidir. Onu bulduktan sonra kendisine gereken değeri vererek asla kaybetmemek gerekir.
İbrahim Birol
Dost ve dostluk üzerine
Gerçek dostluk demek; herkese dost diyenler içindir.. Dost dediğin tek anlam içerir zaten oda açık ve gerçektir.. Çok farklı şeyler birbirinden. Gerçek dostluğa önem veriyorsan herkese dostum deme ve o kavramın içini boşaltma..

konuşan insanlar resimleri ile ilgili görsel sonucuHayat bazen insana o kadar ağır geliyor ki ne yapacağını bilemez hale getiriyor kişiyi. Eminim herkes yaşamıştır bu durumu. Kendimizle çeliştiğimiz zamanlar geldi hiç yok yere boşu boşuna efkarlandığımız günler oldu. İşte o anda yanınızda olmasını istediğiniz kişilerdir dostlarımız.
Hayatın bize sunduğu en büyük süprizdir bence Dost.. Çünkü böyle tam dibe vurduğun anlarda artık her şey bitti dediğin anda uzatır sana elini. Alır ve çeker seni her şeyin herkesin arasından. Bu dostluklarda yeni tanıdığın çok daha kıymetlidir sanırım. Bilindik varoluşları önemlidir elbette ama yıllar ilerledikçe insan olgunlaştıkça o zaman gerçekten seçici davranıyor. 
Büyüdükçe daha çok düşünmeye, öğrendikçe daha özenli seçmeye başlar insan yakınındakileri. Ne çocuk acemiliği kalmıştır artık, ne gençliğin körpe heyecanı. Artık kazanmış olur insan gerçek dostluğun anlamını, manasını.. İşte bu yüzden diyorum yeniler daha özeldir hayatımızda.
Kimileri öylesine umutsuzluğa kapılır ki dostluğa olan inancını kaybeder gerçekte dostluğun olup olmadığını sorgular duruma gelir. Umutsuzluğa kapılmamak gerekiyor çünkü hiç tahmin etmediğiniz bir anda karşınıza çıkıyor ve sizin o zor günlerinizde yüzünüzü güldürebiliyor ki zaten öyle de oluyor.
Genellemek istemiyorum ama hayatımızın olmazsa olmazı.. Yaşadığımız yüzyılda sahip olduğumuz en büyük lükstür dostluk. Çok zor bulunuyor, aramakla da bulunmuyor o gelip o zor anınızda sizi buluyor bunu öğrendim.  Ama gerçekten o samimiyeti hissettiğinizde onu kaybetmekten korkmalısınız. Yada düşündüm de korkmamalısınız yaa. 

Dost bu ya kaybetme korkusu onda son bulmalı. Ağzımıza her geleni de söylesek, moralini de bozsak demediğimizi bırakmasak bile dost bu umurunda değildir ki ? Zaten gerçek dostlar birbirlerini hiçbir zaman gerçekten kıramazlar. Karakterlerine bağlı olarak çok kötü sözler de söyleseler o sözlerin hiçbirini içten söylememişlerdir. O kadar laf söyler bi sırıtır sende sırıtırsın olay orda biter işte.. İyi bilirler dostlar bunları… Kaybetme korkusu olmaz ama değerlerini çok iyi bilmek gerekir.

Yani böyle her iyi anlaştığın her iyi vakit geçirip beraber gülüp eğlendiğin dostun değildir. Arkadaşın olabilir yada yakın arkadaş denebilir ama dost diyorsan eğer o senin en berbat halini de bilip kabullenebilen kişidir. Bir insanı böyle her haliyle en iyi gününde olduğu gibi en kötü anında da kabul etmek herkesin yapabileceği bir şey değildir. Herkes yapamadığından dostlukların sayısı az, özü fazladır.. Denmemeli işte benim 3-5 dostum var diye. Bu yanılgıya düşmemeli insan. Hepsi işte “ sanal “ insanları “ reel “ gördüğümüz geçici körlüğümüzdür. Bu Dost sıfatını öyle olmadık insana/insanlara yakıştırıp sonra kendimizi de değerli sanabiliyoruz bazen. 
Ne kadar dost dersen de laftan öteye geçmiyor(muş). Sadece ortak yaşantıların bir araya getirdiği insanlar olarak zamanın gerektirdiklerini yaşıyoruz. O hani beraber dökülen gözyaşları, birlikte yapılan salaklıklar her şey işte her şey bir cümle ile çıkıverir hayatınızdan işte o zaman geride sadece mide bulantısı bırakır.

O zaman ney yapıyormuşuz her önümüze gelene, her güzel vakit geçirdiğimiz bişeyler paylaştığımız, en çok vakit geçirdiğimiz kişilere hemen “ dost “ sıfatını yakıştırıp o bu saf kavramı kirletmiyormuşuz.


konuşan insanlar resimleri ile ilgili görsel sonucuHani denebilir dost olmak yıllar sürer diye ama hiçte öyle değilmiş. Gerçek dost samimiyetine o anda inandığın o denli de güvendiğin kişiyi karşında görmekmiş. O en zor anında onun varlığını her zaman yanında hissetmekmiş. Çevrendeki herkese geçirdiğin süreyle orantılı olarak yakınlaşırsın ya dost böyle değil işte, farklı çok farklı bişey.. Belki tanışmanın üzerinden 1 hafta geçer ama yılların arkadaşlığını samimiyetini yaşayabilirsin o kişiyle. İnsana tüm yaşanan yalan arkadaşlıkları, çıkara dayalı dostlukları bir anda silip attırabiliyor. İşte maneviyattır böyle dostluk zamana bağlı değildir ki. Maddeden vazgeçmek de bu olsa gerek. Nasıl oluyor bilmiyorum ama kendine güvendiğinden çok güvenebiliyorsun o dost yerine koyduğun kişiye. Kendinden bile şüphe ettiğinde ondan edemiyorsun bu böyledir yani..

Şimdi yazsan yazılmaz anlatsan anlatılmaz. Dost öyle bişey ki umutsuz bir vakaya dönüşeceğimiz anda bizi gece gece güldürmeyi başarabiliyor. Kan bağınız olmadığı halde kardeşiniz yerine koyabiliyorsunuz. Bazen kardeşinizden yakın bile olabiliyor bu dost kişisi.  Niye diyecek olursanız kardeş zorunlu kardeşlik ama dost seçilmiş kardeş oluyor. İnsan gerçekten o kadar masumane bir sevgi ile seviyor ki dostunu kimseyle paylaşası gelmiyor..
O dost ki işte gülmeyi unuttuğumuz anda bize gülmeyi tekrar hatırlatabiliyor. Şu dünyada bir insanın herşeyidir dostları. Saçmaladığımız zamanda sıkılmadan dinleyebiliyor gerçekten böyle 100 kere anlatsan bir daha ki anlatmanda tavana bakmaz eminim. Ne kadar saçmalarsan saçmala işte sabırla dinliyor ve öğüt verebiliyor. Diyecek sözü kalmadı mı ağlıyor be abi seninle birlikte ağlayabiliyor.. Daha ne olsun da ? 
İşte benim canım yandığında gerçekten onun da canı yanıyor, hissettiğim acıyı benim kadar belki benden daha fazla yüreğinde hissedebiliyor.. Aynı şekilde ben mutlu olduğumda benim başarılarıma benden çok mutlu olabiliyor. Oysa bir başkasının sevincine, başarılı olmasından doğan mutluluğuna kıskanmadan ortak olmak her babayiğidin harcı değildir. Dost ya hani bu git dersiniz gitmez, ittiğinde sarılır insana. Herkesten kaçmak istediğinizde sizi hiç bırakmaz ki hayır diyemezsiniz dostlarınıza. Bunların hepsini içten ve menfaat beklemeksizin sevgiyle yaparlar.

Hani karşında işte konuşurken bir şeyler anlatma gayreti içine girmene de gerek kalmıyor çünkü gözlerinden anlayabiliyor. Ses tonundan ne demek istediğini ne halde olduğunu o kadar iyi anlıyor, beni en az benim kadar düşünebiliyor ! Garip gibi geliyor ama öyle be valla düşünüyor. Canın sıkkın moralin bozuk olur ya hani herkes sorar “ Nasılsın ? “ diye.. “ İyiyim yok bişeyim “ der az bi tebessüm edersin geçer gider. Ama dost öyle değil abi.. Nasılsın dan önce gördüğü anda ( görmese bile hissedebiliyor ) “ İyi misin ? “ sorusunu yöneltiyor. “ İyiyim gerçekten iyiyim “ deyip kahkahalar bile atsan biliyor içini iyi olmadığını biliyor ya anlıyor…

konuşan insanlar resimleri ile ilgili görsel sonucuSadece iyi gününde yanında mutluluğunu paylaştığın insanlar gibi değiller işte. Asıl için kan ağlarken yanında olup tüm derdini, tasanı paylaşır, acını gerçekten hissedebilir. Öylesine bir güven vardır ki dostluğunda temelidir. Bu güven ufacık da olsa kırılsa, dostluk tehlikeye girer, hiçbir şey eskisi gibi olmaz dostlukta..
Sizi böyle sadece işi düştüğünde aramıyor/mesaj atmıyor çünkü ne çıkarı var nede altında yatan başka bir sebep.. Sırf merak ettiği için sesinizi duymak istediği için yada bir mesajınızla iyi olup olmadığınızı kontrol etmek için hepsi.. Çok saçma bir konu hakkında yersiz bir yerde mesaj atabiliyor mesela sırf acaba nasıl diye merak ederek..
Dost ya hani bu ama her zaman yanınızda olmayabiliyor. Belki haftada bir belki ayda bir görüşüyor olabilirsiniz. Her gün konuşup görüşmeseniz de varlıklarının huzur ve mutluluk veriyor ve her zaman var olacaklarını biliyorsunuz. Arkadaşlarınız gibi belki dostunuzla gülüp eğlenemiyorsunuz, arkadaşlarınızla geçirdiğiniz zamanın binde birini bile geçirseniz dostunuzla yinede hiçbir sorun yoktur. Yanınızda işte olmasa bile hissettirebiliyor size her zaman yanında olduğunu.
Velhasıl kelam her insana nasip olmayacak hazinelerdendir. Her insanın hayatında en azından bir yahut iki tane olmasını dilediğimdir. Çok olmasına lüzum yok, zaten olamaz da.
Şu zamana kadar yazmış olduğum bunca zırva ve gereksiz şeyden sonra, onlar için bir şeyler yazmam gerektiğini fark etmemle bu yazıyı yazmam bir oldu. Tarifi imkansız bişey işte yazdıkça yazdırıyor, yazdırdıkça ağlatıyor.. Dost bu işte oturup bunları yazdırabiliyor insana..
Yanımda olan, değerli olduğumu, önemli olduğumu, ne yaparsam yapayım bu durumun değişmeyeceğini bana asla unutturmayan “üç” dostuma, sevgiyle…
Kaynak : yemre.com
Önce Kendinizi Sevin, sonra da Sevdiklerinizin, sahip olduklarınızın ve size değer verenlerin kıymetini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun... En iyi dileklerimle. Esen kalın... 
Unutmayın ki, sizin şikayet ettiğiniz yaşamınız, belkide  başkasının hayali olabilir.

Günün Sözü:

" İnsanlar görevlerini yapmanın kendilerini mutlu edeceğini, mutlu olmanın da bir görev olacağını öğrenselerdi, daha iyi bir dünyada yaşarlardı. Bir insanın mutlu olması, başkalarının da mutlu olmasını kolaylaştırır."   John Lubbock

İbrahim Birol,   http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
28 Şubat 2018, Antalya




27 Şubat 2018 Salı

ÇİNGENELER




Dünyada Çingeneler

Merhaba Dönül Dostlarım,

Bugün yine farklı bir yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir okuyucunun aşağıdaki kısa yorumuna katılmamak mümkün mü ? ve ayrıca yazının sonundaki  Bilge hikayesindeki lanetlenme ne kadar doğru acaba? Bunlarda yazımızın bilinmezlerini teşkil ediyor.
 Hikayeyi bilmemde çingenelerin hayat dolu, neşeli ve mutlu olmalarına hep kafa yormuşumdur. Galiba buldum yerleşik hayat , biriktirme, yarını düşünme yok, bunlar olmayınca haliyle kaygı ve mutsuzlukta olmuyor. Anı ve günü yaşadıkları için hayatın tadını çıkarıyorlar. iyi de yapıyorlar Bu maddiyata boğulmuş dünyaya bir nebze olsun güzel örnek oluyorlar.
Çingeneler, aslen kuzey Hindistan kökenli olup günümüzde ağırlıklı olarak Avrupa'da yaşayan göçebe bir halk. Türkçede Roman sözcüğü de sıklıkla Çingene anlamında kullanılır.[ Hindistan'ın Pencap-Sind (Pakistan, Karaçi) nehir havzası boyunca Pakistan ve Afganistan'ın da içinde bulunduğu bölgelerden 1050 civarında İran ve Anadolu üzerinden dünyaya yayılmış bir Hint-Avrupa halkıdır.
Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ingen...

Türkiyede ÇingenelerÇingeneler, dünyanın en renkli göçebe topluluklarından biridir. Türkiye'de yoğun olarak yaşadıkları yerlerin başında özellikle Adana (Cono aşireti) olmak üzere, Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Düzce, İstanbul ve İzmir gelir.
Çingene sözcüğü yerleşik düzeni olmayan göçebe insanları çağrıştırır. Oysa Çingenelerin çok azı günümüzde göçebedir. Bazıları kendi istekleriyle göçebeliği bırakmış, yaşadıkları ülkenin yaşam biçimini benimsemişlerdir. Edirne-Kırklareli yöresinde göçebe olarak yaşayan çingenelere "Çerge" denir. Çergeler genellikle pazarlama (bohçacılık) ve kalaycılık işiyle uğraşırlar. Roman olmayanlarla evlenen Romanlar da vardır.Bazı ülkelerde de yerleşik yaşama zorlanmışlardır.Soykırıma uğramışlardır.
Yarı göçebe, yarı yerleşik bir topluluğun sayımının yapılması güç olduğu için Çingenelerin kesin nüfusu bilinmemektedir.
Nisan 1971'de, Çingenelerin sorunlarını tartışmak üzere Londra yakınlarında ilk Uluslararası Roman Kongresi toplanmış olup bu kongreye atfen, 1990'dan itibaren 8 Nisan Dünya Romanlar Günü olarak kutlanmaktadır
Çingene sözcüğü bir teoriye göre Eski Türkçe çıgan (yoksul) sözcüğünden gelir. Zamanla sözcüğün Farsça formu (çingane) Türkiye Türkçesinde benimsenmiştir.
Anadolu Türkçesi ve yayıldıkları bölgelerde Çingenelere çeşitli isim ve sıfatlar takılmıştır. Sıfatlar daha çok yapılan meslekle ilgili olup özellikle Balkan Yarımadasında gümüşçü, demirci, kalaycı, nalbant, müzisyen, kaşık yapımcısı, madenci terimlerinin yerel dillerde karşılıklarıdır. Aşağıdaki listede ise isimler yer almaktadır:[
İspanyol Romanları, National Geographic Magazine, Sayı 31 (1917), sayfa 267.
Türkçede Romanlar, yaşadıkları yöreye bağlı olarak Çingene sözcüğünün versiyonları olan çeşitli isimlerle anılırlar. Bunlardan bazıları şunlardır: Çingen, Cingen, Cıngan, Çingan, Çingân, Cingan, Çincane ve Cingane. Bunun haricinde kullanılan bazı yöresel isimler vardır.
Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar ve açık hava
Çingeneler...
Vatansız bir halk olan çingenelerin başlangıç mitolojisini biliyormusunuz ? Bekarlıktan usanan bilge bir adam artık evlenmek ve yaşamdan öğrendiklerini devredecek bir nesle sahip olmak istemektedir. Ancak adam aynı zamanda evlenmekten korkmaktadır, çünkü evleneceği kadının kendisine sonsuza kadar itaat etmesini istemektedir. Eğer karısı ken­disine karşı gelecek olursa onu lanetlemekten kendini alıkoyamayacağına inanmaktadır.
Bu kaygısı yüzünden evlilik isteğini gerçekleştiremeyeceğini düşünürken, karşısına çıkan genç bir bakire ona, ömüür boyu itaat sözü vererek, evlenmeyi kabul ettirir. Ona sonsuza dek itaat edeceğine yemin etmesi üzerine bilge adam genç kızla evlenir. Birbirle­rine sadakatle bağlı uzun yıllar ge­çirirler. Bu evliliğin birden çok meyvesi olur. Her şey adamın is­tediği gibi gitmektedir ki günlerden bir gün kadın kocasına karşı gelme gafletinde bulunur. Adam, kendisine itaat etmeyen karısına beddua eder: “Lanet olsun sana. İnsanların ve hayvanların saklandığı bir bitki olasın ve meyvelerin içinde dün­yaya getirdiğin çocukların sayısı kadar çekirdek olsun. Çocukların tüm dünyayı dolaşıp seni her yere götürsünler. Sen ise onlara hizmet ve itaat etmek zorunda kalasın.” der....Bu beddua üzerine kadın tatulaya dönü­şür.Tatula tıpkı kenevir gibi uyuşturucu etkisi bulunan bir bitkidir.Çingene kültüründe; kadın büyü­cüler tatula tohumları ile nazarlık yaparlar. Tatula nazarlığının, kem gözlerden ve kö­tülüklerden koruduğuna inanılır. Efsaneye göre çingeneler bu bilge adam ve karısının çocukları­nın soyundan gelirler ve bu bed­dua yüzünden hayatları boyunca dolaşmaya mahkum olmuşlardır...
Alıntı :
Önce Kendinizi Sevin, sonra da Sevdiklerinizin, sahip olduklarınızın ve size değer verenlerin kıymetini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun... En iyi dileklerimle. Esen kalın... 


Unutmayın ki, sizin şikayet ettiğiniz yaşamınız, belkide  başkasının hayali olabilir.


https://youtu.be/YdXBWsFc-0U




Günün Sözü:
çingenelerle ilgili güzel sözler ile ilgili görsel sonucu

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
27 Ocak 2018, Antalya


25 Şubat 2018 Pazar

MİMOZA ÇİÇEĞİ HİKAYESİ




Merhaba Gönül Dostlarım,

Blog sayfalarımda  nedense uzun zamandır sağlığımızla ilgili konularda sizlerle çok az bilgiler paylaştığımı fark ettim. Bu nedenle bugün bu eksikliğimi gidermek adına aşağıdaki Mimoza Çiçeğinin hikayesi başlıklı yazımı okumanızı ve sağlıkla ilgili yazamadığım  ve eksik bıraktığım bu sayfa boşluğumu Prof. Dr. ve aynı zamanda HaberTürk Gazetesi köşe yazarı  Temel  Yılmaz' In güzel bir yazısıyla telafi etmek istiyorum.


Ama öncesinde Yazımın başlığındaki  söz konusu olan  Mimoza Çiçeği bitkisi hakkında bazı bilgileri sizlere aktarayım.                                                                                                             
MİMOZA, (Lat. Mimosa). İkiçenekliler sınıfının Baklagiller familyasının Mimosacae= Mimosoideae alt familyasından bir ağaççık.
Doğu ve batı yarı kürelerin tropikal bölgelerinde yetişir. Örnek türleri iğnelidir. Tüylü yaprakları vardır. Küçük ve çan biçimindeki çiçekleri gruplar halinde toplanmıştır. Bu çiçekler uzun, kırmızı, pembe ya da beyaz stamenleriyle tanınır.
Bazı türlerde yapraklar ışığa ya da temasa karşı duyarlıdır. Karanlıkta uyku benzeri bir duruma girerler. Dokunulunca yaprakçıklar hızla yukarı doğru kıvrılır. Mimozanın 300’den fazla türü vardır. En tanınmış türü küstüm otudur. Bu bitkinin pembe çiçekleri vardır ve evlerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.
Önce Kendinizi Sevin, sonra da Sevdiklerinizin, sahip olduklarınızın ve size değer verenlerin kıymetini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun... En iyi dileklerimle. Esen kalın... 


Unutmayın ki, sizin şikayet ettiğiniz yaşamınız, belkide  başkasının hayali olabilir.
İbrahim Birol
****

Mimoza çiçeğinin hikâyesi ve 2017 Nobel Ödülü

MİMOZA çiçeği gündüzleri açar, gece kapanır. Bu ritim hiç şaşmaz. Günün birinde bir bilim insanı mimoza çiçeğini alıp gün boyu karanlıkta tutuyor, sonra görülüyor ki karanlıkta olsa da mimoza çiçeği gündüze eş değer saatlerde açıyor, gece saatlerinde kapanıyor. Bu hikâye, mimoza çiçeğinin bir biyolojik saati olduğu şeklinde yorumlanıyor. Bu gözlemden uzun yıllar sonra bu ritimden bilim insanına bir Nobel geleceğini kim bilebilirdi ki?
BİYOLOJİK SAAT
PROF. Dr. temel yılmaz mimoza çiçeği hikayesi ile ilgili görsel sonucu Biyolojik saat, metabolizmanın belirli zaman aralıklarında ritmik çalışma mekanizması. Buna “circadian ritim” deniyor. Latince “circa” etrafında dönen, “diem” günlük anlamında. Günlük, düzenli aralıklarla tekrar eden fizyolojik aktivitelere “sirkadiyen ritim” adı veriliyor. Bir günden daha kısa süreli zaman dilimlerinde tekrarlayan metabolik aktivitelere “ultradiyan ritim” deniyor. Kalbin aksamadan dakikada 60-80 kez atması buna bir örnek. Bir günden daha uzun sürelerle tekrarlanan aktivitelere ise “infradiyan ritim” adı veriliyor. Aylık mensturasyon (âdet) ritmi en güzel örnek.
BİYOLOJİK SAATİ BOZAN ETKENLER
Sirkadiyen ritmi ve biyolojik saati bozan etkenler şunlar:
- Kıtalar arası uzun uçak yolculukları ve jet-lag. 
- Gece yatarken yeterli karanlık ortamın sağlanamaması. 
- Geceye kayan çalışma düzeni. 
- Hastalık durumu (komadan çıkma, ağır depresyon, beyin hasarları vb.). 
- Sinir sistemini etkileyen ilaçların kullanımı.
- Aşırı alkol, sigara tüketimi.
VÜCUDUMUZDA NELER OLUYOR?
Vücuttaki biyolojik ritmi araştıran ve inceleyen bilimin adı kronobiyoloji. Kronobiyolojik araştırmalarda görülüyor ki, vücutta gün boyunca aksamayan bir biyolojik saat var ve bu saatin işleyişi çok ilginç.
06.00-08.00: Vücut ısısı düşük, kan basıncı yavaşça artıyor. “Kortizol” salınımı başlıyor ve metabolizma uyanıyor, hareketleniyor.
09.00: Kortizol seviyesi düşüşe geçiyor.
10.00-11.00: Zihinsel algının ve odaklanmanın arttığı saatler. Vücut en yüksek ısı seviyesinde. Kalp ve dolaşım oldukça hızlı ve zinde. Hafızanın en güçlü olduğu saatler.
12.00: Vücut dinlenmeye geçiyor. Mide asidi miktarı artıyor, beyne giden kan akışı azalıyor.
13.00-14.00: Yemek sonrası verimlilik azalıyor. Vücut besin sindirimi ve enerji üretimine yoğunlaşıyor. Bu saatlerde biraz uyku, kardiyovasküler hastalık riskini azaltıyor.
15.00-17.00: Beyin aktivitesi tekrar yükselişe geçiyor, odaklanma artıyor. Öğleden sonraki toplantıları bu saat aralığına almakta fayda var. Vücudun direncinin arttığı, tansiyon ve dolaşımın kontrollü olduğu aralık.
18.00-19.00: Mide asidi tekrar artışa geçiyor. Kan basıncı ve vücut sıcaklığı artıyor.
20.00-21.00: Sindirim sistemi oldukça yavaşlıyor, bağırsak hareketleri durma noktasına geliyor. Yemek yemenin durdurulması gereken saatler.
22.00-24.00: Uyku hormonu melatoninin düzeyi kanda artıyor, tansiyon ve vücut ısısı düşüyor. Stres hormonu salınımı azalıyor. Vücut uykuya geçiyor.
24.00’ten sonra uykunun ilk evresi başlıyor. Uyku başlangıcıyla, algının olduğu ancak beynin sakinleşmeye başladığı alfa dalgalarından sonra dış dünyayla bağın koptuğu süreç başlıyor.
01.00-02.00: Görme duyusu ve refleksler azalıyor. Kazalar için en riskli saatler. Hızla artan melatonin seviyesi en üst noktaya ulaşıyor. Vücut derin uykuda.
03.00: Tansiyonun düşük, vücudun tembel olduğu saatler. Kas, kalp ve dolaşım dinlenme evresinde. Bu saatlerde uyanık olmanın depresyon riskini artırdığını öne süren araştırmalar var.
04.00-05.00: Vücut tekrar uyanıyor. Stres hormonları artıyor, vücut enerjisini geri kazanıyor.
NOBEL GETİRDİ
Bu yıl insan vücudunun biyolojik saatini inceleyen ve bunu kontrol eden moleküler mekanizmaları ortaya çıkaran üç ABD’ li bilim insanı, Jeffrey C. Hall, Michael Rosbash ve Michael W. Young 2017 Nobel Tıp Ödülü’ne layık görüldü.
Yakın zamana kadar vücudun biyolojik saatiyle ilgili birçok aydınlanmayan nokta vardı. Bilim alanında vücudun saati ile astroloji aynı düzeyde bilinmeyen sanılıyordu.
Üç bilim insanının meyve sinekleri üzerinde yaptıkları çalışmalar, bugüne kadar bilinmeyen birçok sırrı ortaya çıkardı.
BİYOLOJİK SAATİN İŞLEMESİ
Daha önceleri biyolojik saatin tek bir merkezden beyindeki hormonların orkestra şefi hipofiz tarafından yönetildiği düşünülürdü. Ancak insan organizmasında birbirinden farklı onlarca biyolojik saatin olduğu bir gerçek. Kalbin dakikada 60-80 kez kan pompalaması, vücut ısısının 36.5 derecede tutulması, her organın kendi ritminde ve düzeninde çalışması akla vücutta birden fazla biyolojik saatin varlığını getiriyor.
İşte Amerikalı bilim insanlarına Nobel’i getiren buluş da tam burada.
Ruh halimiz, hormon düzeylerimiz, vücut ısımız ve metabolizmamız, hepsi günlük bir ritim içinde çalışıyor. Amerikalı bilim insanları, DNA yapısında periyot geni diye adlandırılan bir kısmın, sirkadiyen ritim de denilen biyolojik saatin düzenlenmesinde etkili olduğunu ortaya koydu. Periyod geni PER adlı bir proteinin üretilmesini sağlayan “talimatları” içeriyor. PER düzeyi yükseldikçe periyod geni de talimatları kendi kendine kapatıyor.
Bunun sonucunda PER proteini düzeyi 24 saatlik döngüler halinde değişiyor, geceleri yükselip gündüzleri yine düşmeye başlıyor.
Bu bilim insanları ayrıca “zamansız” ve “çift zamanlı” diye adlandırılan iki gen keşfetti. Bu iki gen de PER proteini düzeyinin istikrarını etkiliyorlar. PER düzeyi ne kadar istikrarlı ise vücut saati o kadar yavaş çalışıyor. İstikrarsızlaştıkça biyolojik saat de hızlanıyor.
NEDEN ÖNEMLİ?
İnsanların hormon salımından, hayvanların kış uykusuna yatması, kuşların göç etmesi, ağacın her yıl aynı ayda meyve vermesi, çiçeğin aynı zamanda açmasına kadar hepsi, biyolojik saatin doğru işleyişiyle mümkün. Kısa dönemde biyolojik saatin ritmini bozacak şeyler hafıza oluşumunu etkiliyor, uzun vadede tekrarlandığında şeker hastalığı, kanser ve kalp hastalığı gibi kronik hastalıkların riskini artırıyor.
Prof. Dr. Temel YılmazSonuç olarak, vücudun düzenli biyolojik ritmi uzun yaşamın anahtarı. Bu nedenle, biyolojik saati çok iyi değerlendirmek gerek.

Kaynaklar : Prof. Dr. Temel Yılmaz, ve  nkfy.com



https://youtu.be/HjJdZsN_tQk

Günün Sözü

"Alınganlığı anlatmanın bir diğer yolu olan "Mimoza"


İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/

25 Şubat 2018, Antalya




24 Şubat 2018 Cumartesi

TARİHİN TOZLU SAYFALARINDAN ANILAR... ( 1 )






1910 tarihinde paristeki gösterideki uçak kazası ile ilgili görsel sonucu


Merhaba  Gönül Dostlarım,

İyi bir hafta sonu tatili geçirmeniz dileğimle,

 Bugün yine farklı ama bir o kadar da ilginç bir yazı ile tekrar birlikteyiz..
Bu hikaye ile ilgili çok çeşitli rivayetler ve farklı görüşler var, detaylı bir araştırma yapmış olmama rağmen, bu rivayetlerden hangisinin doğru olduğu konusunda son kararı Sunay Akın hocamın anlattığı hikayenin doğru olduğu kanaati ağır bastığını söylemek isterim. Bu nedenle sizlerle paylaşıyorum.

Önce Kendinizi Sevin, sonra da Sevdiklerinizin, sahip olduklarınızın ve size değer verenlerin kıymetini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun... En iyi dileklerimle. Esen kalın... 


Unutmayın ki, sizin şikayet ettiğiniz yaşamınız, belkide  başkasının hayali olabilir.





Yıl 1910.
Fransızlar, yeni buluşları olan uçağı tanıtmak için tüm uluslardan katılımcıları davet ederler...
Herkes böyle bir icatın gerçekleşmiş olması nedeniyle şaşkın ve meraklıdır...
Dönemin Osmanlı hükümetine de katılımcı için haber
gönderilmiştir...

Hükumet icatlara oldukça meraklı olan 'Ali Rıza Paşa' yı gönderelim ,o meraklıdır ' der...
Ve kendisini derhal saraya çağırırlar...
Paşa'ya Fransızların buluşundan bahsederler ve Osmanlı' yı temsilen gitmesini isterler...
Ali Rıza Paşa, ' bunu biz yapmalıydık !' der içinden hayıflanarak...
'Yalnız ,davet 2 kişilik, yanına 1 kişi daha al onu da sen belirle Paşam' derler...
Ali Rıza Paşa biraz düşünür ve ' bir delikanlı var onu götüreyim' der..
Ali Rıza Paşa ve delikanlı birlikte Paris'in yolunu tutarlar...
Paris'te otele yerleşirler...
Ve buluşun gösterileceği gün gelir çatar.Tabii meydan ve pist çok kalabalık ,herkes merakla bekliyor.

Derken pilot hazırlıklarını yapıyor...
Üstüne mont giyiyor birde gözlük takıyor...
Uçak havalanıyor...
Parendeler, taklalar, manevralar müthiş bir gösteri...
Piste iniyor... Alkışlar arasında pilot, iniyor uçaktan...
Herkes kıskanç ama şaşkın ....Bir yetkili bir gönüllü istiyor..
Pilotun arkasında ona eşlik edebilecek cesareti olan bizim delikanlı atılıyor...


1910 tarihinde paristeki gösterideki uçak kazası ile ilgili görsel sonucu' Ben...Ben... '
'Tamam' , deniyor.

Delikanlıya gözlük ve mont veriliyor...
Delikanlı montu giyiyor gözlüğü takıyor..
Kalabalıktan sıyrılmak üzere iken Ali Rıza Paşa kolundan çekiştiriyor delikanlıyı..
' Boşver sen binme bırak başkası binsin' diyor.
'Neden?' diye soruyor delikanlı, 'Bir şey mi hissettiniz..?'
Paşa yanıt veriyor, sabırsızca,
'Yok, sen yine de binme evlat,' diyor...
Çaresiz boyun eğiyor delikanlı..
Sorumlular hemen bir başka gönüllüyü buluyorlar ve hazırlıkları tamamlayıp,bindiriyorlar uçağa...

Uçak havalanıyor, delikanlı öfkeli Paşa'ya ...Burnundan soluyor adeta!
Parandeler..manevralar..taklalar derkeeennnn,
aniden uçak alev topuna dönüyor havada ve piste çakılıyor..

İKİ ÖLÜ...!!!
Delikanlı Paşa'ya bakıyor hayretler içinde...
Paşa, başka biri öldüğü için üzgün ama aynı zamanda da mağrur ve mutlu ,bir insanı kurtardığı için...
....
Ali Rıza Paşa'nın o gün asıl kurtardığı bir ulustu....
Çünkü delikanlının adı: Mustafa Kemal Atatürk' tü....

Sunay Akın

1910 yilinda Fransa'da yapılan bir tatbikat... birinci dünya   savaşında  İngiliz ve Fransız ordularına başkomutanlık yapan mareşal Foch komutasında yapılmıştır...
Osmanlı İmparatorluğu bu manevralara bin başı Selahaddin bey ve Mustafa Kemal'i gözlemci olarak göndermişti... Mustafa Kemal'in tatbikat sonrasındaki sozleri ve yorumları mareşal Foch'un dikkatini çekmiş, protokole aykırı olarak rütbesi albaydan küçük olduğu halde kendisini düzenlediği bir yemeğe davet etmişti...
Evet, Mustafa  Kemal yine mutlak bir ölümden kurtulmuştur.
Kimi temelsiz kaynaklarda Mustafa Kemal' in uçağa giderken birden bire dönüp uçağa binmekten 
vazgeçtiğinden, her zamanki gibi içindeki o sese kulak verdiğinden bahsederler...
Kaynaklar : Sunay Akın, Ahmet Özgür Türen, Ekşisözlük.com, Milliyet.com.tr


Günün Sözü : " Bilmediğin Aş, Ya Karın Ağrıtır, Ya Baş." Ata Sözü

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/

24 Şubat 2018, Antalya



23 Şubat 2018 Cuma

İSTANBUL' UN TARİHİ MEKANLARI (6) KAPALI ÇARŞI ( Grand Bazaar)


























Merhaba Gönül Dostlarım,

Yurt Dışında bulunan okuyucularımın  ' İstanbul' un Tarihi Mekanları ' olarak yayınladığım yazılarıma olan ilgileri bir hayli fazla bu nedenle tanıtımlarımıza devam ediyorum. Kapalıçarşı, İstanbul kentinin merkezinde Beyazıt, Nuruosmaniye ve Mercan semtlerinin ortasında yer alan dünyanın en büyük çarşısı ve en eski kapalı çarşılarından biridir. Vikipedi 


kapalı çarşı resim ile ilgili görsel sonucuTanıtmağa çalışacağım mekanımız  Kapalı Çarşı ( Grand Bazzar).  Bugünkü halini  eskisiyle karşılaştırıldığında, alışveriş dünyasının bugünkü özellikleri her yer gibi Kapalıçarşı` yı da çok değiştirdi. Birçok eski zanaat ortadan kalkarken, bir tek adları, çarşının çeşitli sokaklarının adı olarak yaşamaya devam ediyor. örneğin Nuruosmaniye Caddesi`nde yeni açılan büyük halıcı dükkanları yabancı turistleri kendilerine çekerek Çarşı içindeki halıcılığı büsbütün öldürmedilerse de, adamakıllı zayıflattılar. Kuyumcu dükkanları her yere yayıldı. Bu arada, Sandal Bedesteni yakınlarındaki, son derece sevimli muhallebici kulübesi bile kuyumcu oldu. Deri eşya ve jean satanların sayısı da çok arttı. Öte yandan, örneğin en iyi bakır işi doğal olarak İç Bedesten`de bulunuyor, ama onun dışında birçok bakırcıda en bayağı ve zevksiz bakır eşya satılıyor. Her şeye rağmen Kapalıçarşı ilginç ve çekici. İstanbul`un yerlileri, artık her şey her yerde bulunduğu halde, arada bir Kapalıçarşı`dan alışveriş etmek için bir vesile uydururlar. Şehri ziyaret eden yabancılar da, burayı görmeden giderlerse, çok önemli bir şeyi kaçırdıkları duygusunu yaşıyorlar. Bunlar Kapalıçarşı`nın büyüsünü kaybetmediğini gösteriyor.
Alıntı :  MURAT BELGE
İstanbul Gezi Rehberi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 

Nuruosmaniye , Mercan ve Beyazıt arasında yer alan Kapalıçarşı’ mız 64 cadde ve sokağı , iki bedesteni , 16 hanı , 22 kapısı ve yaklaşık 3600 dükkanı ile dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezidir. 45000 metrekare kapalı alana sahip olup, içinde yaklaşık 20000 kişi çalışmakta ve mevsimine göre günde 300 ile 500 Bin arasında ziyaretçi almaktadır.
Kapalıçarşı’nın çekirdeğini oluşturan iki bedestenden İç Bedesten , yani Cevahir Bedesteni müellifler arasında tartışmalı olmakla beraber büyük olasılıkla Bizans’tan kalma bir yapı olup 48 m x 36 m ölçülerindedir. Yeni Bedesten ise 1461 yılında yaptırılmaya başlanan Kapalıçarşı’ nın ikinci önemli yapısıdır ve Sandal Bedesteni olarak anılmaktadır. Burada bir yolu pamuk , bir yolu ipekten dokunan ve Sandal adı verilen kumaş satıldığı için Sandal Bedesteni ismi verilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in Kapalıçarşı’ nın inşaatına başladığı yıl olan 1461 Kapalıçarşı’ mızın kuruluş yılı olarak kabul görmüştür. Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından ahşap olarak inşa ettirilmiştir. Eski zenginlerin mücevher , kıymetli maden , kürk ve murassa silah gibi değerli eşyalarının yanı sıra devlet hazinesinin büyük kısmı da buralardaki kasalarda muhafaza edilirdi. Evliya Çelebi burayı muazzam güçlü bir kale gibi tanımlamıştı.
Kanuni döneminde ahşap olarak genişletilen çarşı, 1546 , 1651 ve 1710 yıllarında üç büyük yangın geçirdi, yeniden kâgir olarak inşa edildi. Kapalıçarşı en geniş hasarlardan birini 1894 yılında yaşanan depremde aldı. Bu depremde, Kapalıçarşı' nın Mahmutpaşa kapısı tamamen yok oldu. Çarşının yaraları depremin ardından sarıldı, Mahmutpaşa kapısı yeniden onarıldı.
Ancak tarih 1954' ü gösterdiğinde, çarşıda çıkan büyük yangında hasar daha büyük oldu. Kapalıçarşı 6 yıl süreyle kapılarını kapattı. 1960'da dışı tamamen onarılan Kapalıçarşı kapılarını yeniden hizmete açtı. Çarşı geçmişteki işlevini sürdürse de geleneklerin bir kısmınıysa kaybetti.
Çarşının geçmişinde satıcılar arasında rekabet yasaktı. Ustaların, tezgâhını dükkânın önünde görücüye çıkarmaması da çarşı geleneğinin vazgeçilmez bir kuralıydı. Bugün çarşıda dükkan sahipleri ve esnaf için böyle bir kural söz konusu değil. Ancak asırlardır var olan müşteri ve esnaf arasındaki güven odaklı ilişki halen yaşatılıyor.
kapalı çarşı ile ilgili sözler ile ilgili görsel sonucu

                        https://youtu.be/NhhULWlHxm0 

Günün Sözü :  " Fatih' in İstanbul' a armağanı: Kapalı Çarşı" 


İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/

23 Şubat 2018, Antalya