30 Haziran 2019 Pazar

GERÇEKLER ACIDIR



Fotoğraf açıklaması yok.


Merhaba Gönül Dostlarım,


Dünkü " Doğa Hayattır" başlıklı yazımızın devamı niteliğinde olan  " Doğanın Dengesini Bozan ve Doğaya en çok zarar veren İnsanlardır" sözümüzü doğrulayan, aşağıdaki hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim.

“Doğa bir ayna gibidir, ona gülerseniz o size güler, ona kızarsanız o da size kızar.” 
 Bilgi Kaynaklarına bakıldığında Doğanın Dengesini bozan Faktörler şöyle sıralanmıştır.

  • Doğanın dengesini bozan etkenlerin başında suni gübreler yer almaktadır. 
  • Doğal dengeyi bozan diğer bir faktör ise yapılan zirai ilaçlamadır.
  • Doğayı olumsuz etkileyen en önemli faktörlerden birisi ise parfümeri sanayinde kullanılan kloro- florokarbon gazıdır. 
  • Önemli bir faktör ise yakılan fosil yakıtlardan çıkan gazlardır.
  • İçten yanmalı motorlar ile çalışan vasıtalarda doğayı olumsuz bir şekilde etkilemektedir.
  • Fabrika bacalarında filtre kullanılmaması da doğal dengeyi olumsuz etkilemektedir
  • Ağaçların bilinçsizce kesilmesi doğanın dengesini bozan en önemli etkendir
  • Bazı fabrikaların atıklarını denizlere akıtması da doğal dengeyi bozan önemli bir etmendir.
  • Doğadaki parçalanması yüzlerce yıl süren plastiklerin ve buna benzer maddelerin kullanılması da doğayı olumsuz etkilemektedir. 
  • Elektromanyetik dalgaların (radyo ve televizyon dalgaları) kullanılması da doğal dengeyi önemli ölçüde bozmaktadır.

LÜTFİ ŞAHİN
www.lutfisahininsitesi.com
www.hepsi10numara.com




İbrahim Birol
MAO VE SERÇELER
Çin Halk Cumhuriyeti’ nin kurucu önderlerindendi .
Nasıl yaparım nasıl ederim Çin’i ileri ülke yaparım diye düşünerek kahvaltı ettiği sabahlardan birisinde masasına konan serçe kuşu tostundan bir parçayı yürütüverdi.
O anda aklında şimşekler çaktı Mao’ nun.
Çin Halkı’ nın bir buğday tanesine bile ihtiyacı varken, tarlalarda buğdaya, darıya dalan bu küçük hırsızlar değil miydi?
Serçe başına günde 10 buğday tanesi olsa, yüz serçe, bin serçe, milyon serçe….
Offf!
Hemen verdi kararını, “Ne kadar serçe varsa tez zamanda….”
Çin Halkı komutu alır almaz çıktı serçe avına. Uçanı kaçanı affetmediler. Yuvalarını bozup yumurtaları kırdılar. Serçe katliamı aylarca sürdü.
Hasat zamanı geldiğinde Mao haklı çıktı. Gözle görülür bir artış vardı ancak bu mutluluk çok uzun sürmedi
Serçeler ölünce zararlı börtü böcek ve çekirge nüfusu anormal derecede arttı.
Ve Mao tarihi sözünü söyledi; “Boş verin gitsin!” artık serçeler ve diğer kuşlar avlanmayacaktı ama çok geçti.
Çekirgeler tarlaları telef etti. Kısa sürede kıtlık başladı. 38 Milyon Çinli kıtlık, açlık ve hastalık yüzünden öldü…
**
DİYECEĞİM O Kİ ÜLKE GELİŞSİN DİYE, GÖL KURUTULUP ÜZERİNE HAVAALANI YAPILMAZ....
KÖPRÜ GEÇSİN DİYE BİNLERCE AĞAÇ KESİLMEZ....
ÇILGIN PROJELER PEŞİNDE ORMANLAR HARAP EDİLMEZ...
DERELERİ KURUTURCASINA HES ( Hidro Elektrik Santralı) YAPILMAZ...
İLLE DE YAPACAĞIM DERSEN ???!!!...
O ZAMAN ARKANA YASLAN VE DOĞANIN İNTİKAM ALACAĞI O GÜNÜ BEKLE....
OYSA SEN “KIYAMETİN KOPACAĞINI BİLSEN ELİNDEKİ FİDANI DİK” DİYE ÖĞÜT ALMIŞTIN....
UNUTTUN MU ???!!!...
           
ALINTI

Günün Sözü :"“Doğa bir ayna gibidir, ona gülerseniz o size güler, ona kızarsanız o da size kızar.” 

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
30 Haziran 2019, Antalya-Turkey


29 Haziran 2019 Cumartesi

DOĞA HAYATTIR




Merhaba Gönül Dostlarım,

Bu sıralar gerçek olan ama bir o kadar hoş olmayan bazı konuları arka arkaya paylaştığım yazılarımla siz " Gönül Dostları" mı azda olsa hüzünlendirdiğimin farkındayım, ama maalesef yaşam böyle, bunlara hayatın gerçekleri deniyor, neyse lafı fazla uzatmadan bu tür kasvetli yazılarıma biraz ara vermek sanırım hepimize iyi gelecek. 


Bugünkü paylaşım yazımı Doğa ve Doğa ile ilgili konulara ayırdım.
Doğa tüm canlılara verilmiş bir hediyedir. Doğa olmadan ne canlı yaşamı ne insan yaşamı mümkün olabilirdi. İnsanların soluyacağı bir hava ve yaşayacağı bir dünya olmazdı.
Çevremizde gördüğümüz hava, toprak, ağaç, çiçek, kedi, köpek vb. tüm varlıklar doğayı oluşturmaktadır. İnsanların ve canlıların hayatını devam ettirebilmesi için doğanın olmazsa olmazlarıdır. Tüm canlıların yaşaması için gerekli koşullar doğada sağlanır. İnsan için hayati önem taşıyan doğa, insanlardan hak ettiği değeri göremez. Çevre insanlar tarafından kirletilmekte ve dünya yaşanmaz hale getirilmektedir. İnsan yaşamı için bu kadar öneme sahip olan doğanın en büyük düşmanıdır.
Doğa tüm canlıları kucaklar ve ihtiyacı olan her şeyi canlılara verir. 
Buna karşılık insanlara düşen en büyük görev de doğayı korumak ve gelecek nesillere problemsiz aktarmaktır.
" YAŞADIĞIMIZ ÇEVRE BİZE GEÇMİŞTEN MİRAS DEĞİL , GELECEK NESİLLER İÇİN BİR EMANETTİR."
Tema Vakfı doğayı korumak adına aşağıdaki yazısında bizlere bazı önerilerde bulunuyor. Bu önerilere hepimiz kulak verelim. 


İbrahim Birol
Görüntünün olası içeriği: bitki, gökyüzü, çiçek, açık hava ve doğa

Yeryüzünün aldığı yağmur oranı 10 yıllık aralıklarda artar. Bu sene dünyanın periyodik olarak en çok yağmur alan yıllarından biri olacak, bu nedenle yediğiniz kayısı, şeftali, kiraz, vişne, karpuz, kavun, erik vb. meyvelerin çekirdeklerini lütfen çöpe atmayın, hele çöp poşetlerine asla hapsetmeyin.

Mümkünse herhangi bir yerde toprağın 10 cm altına gömün. Üzerine de bir bardak su dökün. Gömme imkanınız yoksa bi poşette bu çekirdekleri biriktirip yanınıza alın ( yada arabanıza koyun) arsa, tarla, toprak yol kenarı, yamaç gibi toprağı gördüğünüz alanlara bu çekirdeklerinizi savurun, korkmayın bu çevre kirliliği değildir aksine çevre için yeni hayattır.
Doğa hemen o yeni çekirdekleri kucaklar ve besler…
Yapacağınız en kötü hareket çekirdekleri poşetlere hapsetmektir !
Bunu yapmayın ve yaptırmayın.
Yapılan çalışmalarda doğaya başıboş atılan yada dikilen bu çekirdeklerin en az yarısının yeşerip ağaç veya bitki olduğu kanıtlanmış.
En büyük israflardan birisi meyve çekirdeklerinin çöpe atılması, ülkemiz adına küçümsenemeyecek büyük bir servet…
Daha yeşil bir ülke için, daha temiz hava için, toprak kaymasını önlemek ve yeni nesillerimize yeşil bir dünya bırakmak için hep birlikte elimizden geldiğince meyve çekirdeği gömelim, savuralım, fırlatalım…
Bu uygulama TEMA tarafından başlatıldı ve bilinçli toplum olarak bizlerin desteklerini bekliyor, Doğaya yardım etmek, gelecekte etrafımızı saracak beton ve gökdelenlerden alamayacağımız oksijeni karşılamak için bile bu çekirdeklerden çıkacak ağaçlara ihtiyacımız olacaktır.
Poşete koymadığınız her çekirdek için şimdiden teşekkürler....

Kaynak; Tema Vakfı

Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın inşallah 😊

Profil
Filiz Akin
Eski Medeniyetler ve Dünya Tarihi

https://youtu.be/-hc12RwZ4ko

Günün Sözü :
" Çiçekler; her sabah evreni, farklı bir iyiliği, paylaşmayı, güzelliği hatırlatmak istercesine uyandırır.. "  Günaydın / AFA




26 Haziran 2019 Çarşamba

ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR






şehit  resimleri ile ilgili görsel sonucu



Merhaba Gönül Dostlarım,


" Ateş Düştüğü Yeri Yakar " anlamı Felaket kimlerin başına gelirse asıl onlar etkilenir. Musibet kimin başına gelmiş ise sadece onu sürekli acı içinde bırakır. Başkalarının acıması, üzülmesi, gelir geçer...

EVLAT SENİN OLMAYINCA NE KOLAYDIR FEDA ETMEK ..

Her gün ana haber bülteni sırasında yemek yerken lokmaları boğazımıza dizen durum. biz ne zaman terörün olmadığı bir ülke olacağız? ne zaman tabutların başında bir eş, bir nişanlı, bir sevgili doyamadım sana diye feryat figan ağlamayacak? ne zaman analar, babalar sen kalk ben yatayım oğlum demeyecek? ya konuşamayan o bebekler, anne karnında veya kucağında hayata babasız devam etmenin eksikliğini yaşamayacaklar? ne zaman biz 30 yaşına bile gelmemiş vatan evlatlarını toprağa vermemenin bir yolunu bulacağız?

Tüm şehitlerimize, Allah Rahmet ve mekanlarını cennet eylesin. Şehit Ailelerine ve yakınlarına Başsağlığı ve sabırlar versin, Şehitlerimizin Ruhları şad olsun. dileklerimle.

Aşağıda ateşin düştüğü bir şehit evinin ağlayarak ciğerlerimizi delen hüznünü  anlatan, alıntı bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.



İbrahim Birol
Görüntünün olası içeriÄŸi: bir veya daha fazla kiÅŸi ve ayakta duran insanlarOğlu şehit olan bir anne ya da babaya acı haber nasıl verilir biliyor muyuz hiç?!
Hayır mı ? Lütfen Astsubay' ımızın sözlerine, hislerine ve anlatımına kulak verelim o zaman: 'Sabah daha mesaiye başlamadan bir mesaj emri gelir önünüze…
Yukarı köyden Ahmet oğlu, Mehmet şehit düşmüştür. Gereği…
Yarabbim dersin, dağa çıksam üç gün aç susuz kalsam da şu haberi vermesem…
Ama giyersin tören üniformanı, birkaç Mehmetçikle birlikte, hastaneden gelen ambulansı alırsın arkaya, düşersin yollara…
***
Vatandaş da öğrenmiştir artık, önde bir askeri araç, arkada bir ambulans geliyorsa bir eve ateş düştüğünü.
Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin…
İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar…
Varırsın şehit düşen ailenin mahalline…
Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini, 'aman bizim eve doğru gelmesin' diye dua edildiğini duyar gibi olursun…
Bütün köy/ mahalle donmuştur adeta…
Herkes büyülenmiş gibi sizi izler…
'Hangi eve gidilecek!' diye ıstıraplı bir merak sarar ortalığı…
***
Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini, elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün.
Ayakların geri geri gider.
Bahçedeki çocuklar eve doğru koşar.
Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir ana çıkar, bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar.
Ana yüreği dayanır mı, anlamıştır. Sonra atar kendisini yere.
***
Oğlu daha toprak altına girmeden o ana düşer toprağa…
Öyle bir vurur ki yere,
Zelzele oluyor sanırsın...
Konu komşu yığılır,
Bin feryat bin figana karışır, yeri göğü inletir.
Dersin ki kıyamet budur…
Kimi ana önce sana doğru koşar, ellerine sarılır, son bir umutla yüzüne bakar,
'Yaralı değil mi komutan?' der;
Başını öne eğer, hiçbir şey diyemezsin.
Geceleri uykusuz kalarak büyüttüğü süt kokulu delikanlı kınalı kuzusu Mehmet'i şehadet şerbetini içmiştir. Bir şehit anasıdır o. Fakat dayanamaz, dizlerinin bağı çözülür, çökersin anayla birlikte yere, o ağlar sen ağlarsın. Teselli fayda etmez.
Gözyaşları birbirine karışır.
Hemşire elinin titremesinden, gözünün yaşını silmekten sakinleştirici iğneyi yapamaz bile. Yığılır ve bayılıp kalır...
***
Baba…
O babalar,
Fidan gibi evlatlarını vatana feda eden o babalar.
Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya garkolmuş bir gururla, 'Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun şehit babasıyım ben' dediğini duyarsın.
Kimi içine akıtır gözyaşlarını, kimi de donar kalır…
Kimi günlerce konuşamaz, Kimi dua eder, kimi beddua…
Kimi kendi saçlarını, kimi saçlarımızı yolar, ne şapka kalır başınızda ne rütbe omuzlarınızda, söker atar…
Asıl büyük kıyamet bir-iki gün sonra kopar…
Gerçekle yüzleşme günüdür.
***
Bu sefer cenazeyle birlikte varırsın köye…
Tören mören hak getire…
Köylü alır şehidini omuzlarına, yer yerinden oynar, ne protokol kalır ne düzen…
Tekbir sesleri feryada karışır…
Kimi 'Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum' der, görmek istemez naaşını…
Kimi de ille de 'Göreceğim' der,
Gösteremezsin ki;
Ya yüzü yoktur ya da bacağı…
Bir üsteğmen elinde daha önce de okuduğu, sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur,
'Kanı yerde kalmayacak' diyerek, bitirir konuşmayı.
Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, gardaşlar duymaz bile bunu, duysa da inanmaz…
Orada bir mezar, bir bayrak, bir de ömür boyu ağıt yakan ana kalır geride."
Allah sabır versin tüm şehit ailelerine. Kahramanlarımızın mekanları cennet olsun inşallah...
🇹🇷NE🇹🇷MUTLU🇹🇷TÜRK’ÜM🇹🇷DİYENE🇹🇷
Mehmet Mamuk

Günün Sözü : 
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğruna ölen varsa vatandır! "

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
26 Haziran 2019, Antalya-Turkey

25 Haziran 2019 Salı

OKUMAYI NEDEN SEVMİYORUZ ?





Merhaba Gönül Dostlarım,


" Okuma eylemi insanın doğumundan itibaren başlayan bir süreçtir. Bu süreç çevremizi görmeye başladığımız andan itibaren başlayıp ölene kadar geçen zamanda devam etmektedir.
Okuma eylemi yazılı bir metni okuma olarak ele alındığında ise bu süreç ilköğretim ile başlamaktadır. İlköğretim ile başlayan akademik okuma süreci bu aşamadan sonra eğitimciler tarafından bir beceri olarak değerlendirilmekte ve bu becerinin geliştirilebilmesi için her eğitim kademesinde çalışmalar yapılmaktadır. Ortaokul seviyesinde çocuklara okuma beceri ve alışkanlığını kazandıracak olan Türkçe öğretmenlerinin okuma ile ilgili görüşleri önemlidir. Çünkü ortaokul seviyesindeki öğrencileri yetiştirmek amacıyla eğitim alan Türkçe öğretmen adayları ileride okuma becerisini ve alışkanlığını öğrenciye kazandırması beklenen eğitimciler arasında başı çekecektir. 

Ä°lgili resimAraştırmada Türkçe öğretmeni adaylarına “niçin okumuyoruz?”sorusu yöneltilmiştir. Elde edilen verilerle Türkçe öğretmen adaylarının okumama sebepleri olarak “zaman, internet, yoğun iş veya okul yaşamı, ekonomik problemler, eğitim ve öğretim programlarının yetersizliği, okumanın sıkıcı olması vb. sebeplerden dolayı okumadıkları tespit edilmiştir." 

 ** Bu makale 2018 Mayıs ayında Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ULEAD Kongresi’nde sunulan sözlü bildirinin geliştirilmiş şeklidir. 
* Dr. Öğr. Üyesi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı mehtapguness@yahoo.com, mehtapgunes@comu.edu.tr 

" Evlere bir ekmek bir de gazete alınan günler çoktan geride kaldı. İnsanların dünya hakkında bilgilenme yollarının artık ilki değil gazeteler. Hatta tam tersine: Bizzat gazeteler insanları dünya hakkında "yanlış" bilgilendirdikleri için artık okunmayı haketmeyen bir pozisyondalar. Dayatma gündemlerden uzak kalmak isteyen ve kendi gündemlerini kendileri kurgulamak isteyen insanlar gazete okumaya ihtiyaç duymuyor bu yüzden. 
O insanların gündemine yabancılaşan gazeteler ise kendi yabancılaşmalarını insanların azgelişmişliği olarak görmeyi, böylelikle kendi kendilerini aklayan bir tutumu benimsiyorlar.
Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre Türkiye basılan kitap sayısında ve toplamında dünyanın ilk 10 ülkesi arasına girmişken açılan bu çığırdan niye gazeteler yeterince yararlanamamaktadır?"

Metin Güzelin, 20 Eylül 2015 pazar günü yazmış olduğu " Niçin Gazete Okumuyoruz" başlıklı makalesinden alıntıdır.


İbrahim Birol

YAZIYOOOR!

Artık bu ses, bu görüntüler yarım yüzyıl öncesinde kaldı!
Müvezzi sözcüğü de öyle, sözlük sayfalarında...
Gazete sahipleri, eli kalem tutan meslek erbabı kimselerdi. Gazeteleri meslekten yetişme kişiler yönetirdi.
O zamanlar gazeteler ikiye ayrılırdı: Akşam gazeteleri, sabah gazeteleri. Müvezzilerin kimi akşam gazetelerini satar, kimileri de sabah gazetelerini... "Gece Postası", "Son Saat", "Ekspres", "Şehir" akşam gazeteleriydi. Öğlenden sonra basılır, müvezziler aracılığıyla kalabalık yerlerde satılırdı: "Yazıyooor" sesleri ikindi vakitlerinde duyulurdu hep. Cinayet, soygun, zina gibi polisiye olayları yazardı akşam gazeteleri. 
GAZETE OKUYAN Ä°NSAN RESÄ°MLERÄ° ile ilgili görsel sonucuBu nedenle müvezzilerin çığırtkanlığına bu olaylar malzeme olurdu.
Her semtin bir ana bayii vardı, müvezziler oradan alırdı gazeteleri; ikiye katlanmış matris sayfa içinde, kemerle boyunlarına asarlardı.
Sabah gazetelerinin müvezzileri de "gazeteee" diye seslenirlerdi, ama çığırtkanlık yapmazlardı. Onlar daha çok abonelere dağıtırdı. Bir sokakta kimler gazete okuyorsa bilirler, kapı arasına, pencereye, balkona bırakırlardı. Bazen üçüncü dördüncü kata öyle ustalıkla fırlatırlardı ki, tam hedefini bulurdu gazete.Sabah gazetesi dağıtanların bir ilkesi vardı: "Baba tuvalete girmeden eve gazete girer"di.
Bazen de gazete satan çocukları polis kovalardı... Herhangi bir yazıdan ya da haberden ötürü gazetenin toplatılmasına karar verilir, toplatma emri polise ulaşıncaya dek, gazeteler dağıtıma çıkmış olurdu.
Müvezzi çocuk bağırarak caddelerde koşarken, polis de ardı sıra koştururdu.

Necati Güngör
Naftalin Kokulu Zamanlar

Günün Sözü : "Bir ülkede okumaya karşı istek artmadıkça, gaflet ve bu gafletten doğacak felaketler azalmaz. " Benjamin Franklin

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
25 Haziran 2019, Antalya-Turkey