29 Haziran 2020 Pazartesi

DENİZ TUTKUSU





Fotoğraf açıklaması yok.






 Yaşam Öyküsü  

Merhaba Gönül Dostlarım,


Deniz dediğiniz alt tarafı yerdeki çukurları kaplamış olan tuzlu ve büyük bir su birikintisi! Kimi Deniz'i bu şekilde tanımlarken kimi de, Deniz'i bambaşka anlamlar yükleyerek tanımlar.

Deniz sizin için her ne ifade ediyor olursa olsun, eğer denize karşı bakıp içinizden bir şeyler yazmak geliyorsa onun için de bu sayfadaki yazıyı okuyabilirsiniz. 
Engin mavilikler yani denizler her zaman insanlara ilham kaynağı olmuş, denizlere pek çok anlam yüklenmiştir. Denizlerin güzellikleri ve insana hissettirdikleri, düşündürdükleri üzerine pek çok yazılar yazılmıştır.
Deniz denilince akla engin mavilikler, sıcak sahiller ya da fırtınalar ve dev dalgalar gelir. Pek çok insanın bir geçim kaynağı olmasının yanında denizler insanları düşüncelere sürüklemiştir. Uçsuz bucaksız uzanan deniz manzaraları sanatçılara ilham, insanların duygularını ifade etmelerine vesile olmuştur. 

Yaz mevsiminin gelmesi ve sıcakların artması ile insanın içinde ister istemez, deniz kıyısı ve su ile ilgili duygusal yazıları okumayı ve yazmayı çağrıştırıyor, bende  buradan yola çıkarak aşağıdaki yazıyı ve Yahya Kemal Beyatlı' nın Deniz ile ilgili bir şiirinden alıntı bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum,

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!…
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.
Yahya Kemal Beyatlı
~ İbrahim Birol ~

****
Deniz Tutkusu

Matt ve Jessica Johnson, tipik Amerikan çiftiydi - evlerini ve arabalarını satıncaya kadar, 100.000 $ tasarruf etmek için üç yıl boyunca yığıldılar ve daha sonra uzun bir tatilde dünya çapında yelken açmak için işlerinden ayrıldılar.
Son dört yıldır, zamanlarının çoğunu Peru, Guatemala ve Virgin Adaları gibi yerlere seyahat eden bir yelkenliyle geçirdiler.
Çift, herkesin yaptıklarını yapabileceğini söylüyor.
“Özel olmanıza gerek yok; zengin olmanıza gerek yok, ”dedi Matt, CNBC ile paylaştığı bir videoda.
“İnsanlara gerçekten bir macera yaşayabileceğini göstermek istiyorum. Biraz farklı bir hayat yaşayabilirsiniz. ”
Açık su için kuru toprak ticareti yapmadan önce, Michigan merkezli çiftin yıllık geliri yaklaşık 125.000 dolardı. Matt yerel bir araba bayisinde ve Jessica bir sigorta şirketinde çalışıyordu.


Jessica, CNBC’ ye bir e-postayla yaptığı açıklamada, bunun yapmak istediğimiz bir şey olduğuna karar verir vermez bu gezi için tasarruf etmeye başladık.
Çift evlerini ve arabalarını sattı ve Matt’in ebeveynleriyle birlikte geri döndü. Yaklaşık 100.000 $ tasarruf etmek için toplam üç buçuk yıl geçirdiler.

Çift, normal bir yaşam tarzından çok maceraya sahip olmayı tercih ettiklerini fark etti.
Saber 34 Targa ve yılda yaklaşık 25.000 dolar harcama bütçesi ile Ağustos 2012′de yola çıktılar.


Oraya git ve bir şeyler gör.

İkili bir konser yelkencilik dersi vermek ve bir teknenin teslim edilmesine yardımcı olmaktan başka, ikili 2012′den beri çalışmadı. Neredeyse tamamen tasarruflarında yaşıyorlar. CNBC’ ye e-postayla verdiği demeçte, “Güven fonu veya miras gibi başka bir finansal ağımız yoktu.” “Tasarruf etmeye başladığımızdan beri ve aynı zamanda seyahat etmeye devam ederken çok tutumlu bir yaşam sürdük.”Bir sonraki durakları mı? Kuzey Kutup Dairesi. Şu anda Florida’ dalar, Quebec’te inşa edilen yeni Trisalu 37 tekneleri uzun yolculuk için hazırlanıyor. Dört ay içinde tekrar yelken açmayı bekliyorlar. Jessica, “Sadece dürüstlüğe ve kararlılığa ve biraz sağduyuya sahipseniz, herkes bu yaşam tarzını üstlenebilir.” Dedi.“Sizi sadece çizgileri atmaktan ve dünyanın en güzel yerlerinden bazılarına yelken açmanızı engelleyecek hiçbir şey yok.”
cnbc.com


2012'de 'Amerikan Rüyası' sırasında popüler yaşam tarzının ne olduğunu öğrendik; daha az cesur bir yaşam için evimiz, kariyerimiz ve tutarlılığımız. Çevremizdeki herkes kariyerlerini sürdürmek için çalışma saatlerini ofiste geçirirken, masanın arkasından çıkmak ve dünyayı keşfetmek istedik.
Michigan Gölü kıyılarında büyürken, her zaman su ile özel bir bağımız oldu. Ne olursa olsun, her zaman ona geri döneriz. Yaklaşık 8 yıl önce rıhtım hatlarını attık, evimize veda ettik ve bir ömür boyu maceraya başladık.
web sitesi fotoğraf hakkımızdaOrta Amerika'daki bir sezondan Atlantik' i iki kez geçerek bir alüminyum tekne tamirine ve ardından Kuzey Kutbu' na yelken açarak kutunun dışına çıkmayı seviyoruz. Bir katamaran inşa etmeye hazırlanırken ve yolculuğumuzun bir sonraki aşamasına başlarken kasırga hayatımızın bir sonraki aşaması için bize katılın.   
Jessica ve Matt Johnson çifti, 2011 yılının yaz aylarında hayallerini gerçekleştirmek için ilk önce evlerini, sonra arabalarını sattılar, işlerinden istifa ettiler; birikimlerini hazırladılar ve bir tekne satın alarak yola çıktılar. 2012 yılında ise Georgie isimli bir kedi sahiplendiler. Sahiplerinin dediğine göre Georgie, gemi yolculuğunda ayakta durmak konusunda onlardan daha başarılı. Kedi Georgie yüzmeyi de biliyor çünkü tekneden denize atladığı zaman mecburen öğrenmiş

Bu yazı İngilizce bir metinden alıntı olup, sonradan Türkçeye çevrilmiştir.

Fotoğraf açıklaması yok.Fotoğraf açıklaması yok.

Fotoğraf açıklaması yok.Fotoğraf açıklaması yok.



https://youtu.be/7CS_p0P-8es

Günün Sözü : " İnsan kıyıyı gözden kaybetme cesareti olmadan yeni denizler keşfedemez." (Andre Gide)


29   Haziran 2020, Antalya-Türkiye


28 Haziran 2020 Pazar

PAZAR SOHBETLERİ (5)




Ölümden dönen insanlar, öbür dünyaya olan yolculuklarını anlattı...



                                                                                                                                    
Merhaba Gönül Dostlarım,

' Hayat Savunmaya Değer' başlıklı değerli yazarımız Bige Güven Kızılay' ın aşağıdaki yazısını 16 Ekim 2018 tarihinde ' Gerçek Dostlar ' Blog sayfamda sizlerle paylaşmıştım.

“Düşündüklerinizin, bildiklerinizin ve inandıklarınızın nihai bir önemi yoktur. Önemli olan, yaptıklarınızdır.” Jack Canfield

“Hayat bir masal gibidir, ne kadar uzun olduğu değil, nasıl yaşandığı önemlidir.” Seneca

Allah herkese sağlıklı ve Mutlu uzun ömürler versin...

~ İbrahim Birol ~

****

" Dünyasal yaşamın sonsuz olmadığı kesindir ve ölüm korkusu olduğu sürece, ölüm sonrasında yaşam umudu sürecektir ve acaba bilinçli ölmenin yolu var mıdır?
Aslında Batı dinleri cennetin yükselmiş bilincin diyarı olduğunu savunuyorlar. Duygusal sevinç doğu ve batı geleneklerin ortak fenomenidir. 

Harvard University yöneticisi Lawrence E. Sullivan batıdaki düşünce doğrultusunda cennetin sonsuz bir bayram ve eğlence yeri olduğunu iddia etmektedir. Gökyüzü, Tanrı’ nın sevgiyle ve barışla yıkanmış yüzü önüne çıkana kadar, ruhun yaşadığı yerdir. Çoğu dünya dinlerinde ortak bir inanç var; Ölümden sonraki hayatın şartları dünyadaki davranışlara göre değişkendir. 
Öbür dünyada yaşadıklarımız dünyadaki hayat tarzımızın bir sonucudur. Doğuda kader deniyor batıda ise davranışlarımızın ahlaki neticeleri. İkisi de hayatımızı iyi yaşamaya mecbur edici."
Alıntı : hürriyet.com

****
HAYAT SAVUNMAYA DEĞER

                                                                                      Filmin Hikayesi şöyledir.


defending your life ile ilgili görsel sonucuDaniel Miller (Albert Brooks), beklenmedik bir şekilde trafik kazası sonucunda ölür. Geçtiği öte tarafta hayatı sorgulanarak, dünyaya tekrar geri gönderilip gönderilmeyeceğinin kararı verilecektir. Mahkemede, yaşadığı deneyimlerde korkularının üstesinden gelebildiğini kanıtlamaya çalışırken Julia (Merly Streep) ile tanışır ve ona aşık olur.

"Hayatımı Değiştiren Film" diye bir yazım vardır hani. İlk çıkan Hayal Ağacım ( yeşil kapaklı )194. sayfada...
Karşıma fragmanı çıkıverdi. Paylaşmadan duramadım.

Bilseniz ki, bu dünyadan ayrılma vakti geldiğinde, hayat boyu her yaptığınız hareketin hesabını vereceksiniz; aynı şekilde davranır mıydınız?

Ben bu filmi izlediğim günden beri her akşam kendime bu soruyu sorarım. "Bugün ilerde savunamayacağım bir şey yaptım mı?"

“Hayatınızı değiştiren filmler hangisi?” diye bir başlık vardı internette.
Ben de onu düşündüm , benim var mı hayatımı değiştiren bir film diye..
Var.
90’ lı yıllarda bir video furyasıdır giderdi hatırlar mısınız? VHS mi, Beta mı, gidip gidip, deliler gibi film kiralardık..
İşte o dönemden bir film var hafızama kazınmış, kodlanmış adeta. Başrolde Meryl Streep var, adamın yüzünü hatırlıyorum, adından çok emin değilim, Albert Brooks galiba...
Diyebilirim ki, o gün bugündür, hayatımı o düşünceye göre yaşıyorum.
Detayları birebir aynı kalmamış olabilir zihnimde. Özetle şöyle :
Başroldeki erkek dalgın ve dağınık bir adam.
Film, bu adamın, araba kullanırken müziği değiştirmek isteyip düşen kaseti yerden almaya çalışırken bir trafik kazasında ölmesiyle başlıyor. Bu abimiz kendini “öbür dünyada” buluyor.
Film bu ya, orası geçici bir durak, ve orada yargılanıp, cennete mi, cehenneme mi gideceğiniz belirleniyor. Normal hayat akıyormuş gibi bir mekan, herkes yiyor, içiyor, geziyor, ama sürekli birbirleriyle mahkeme konusunu konuşuyorlar.
Meryl Streep’ le adam tanışıyorlar . Kadın çok zarif ve etrafta çok saygı gören biri.
Derken adamın mahkeme zamanı geliyor. Buyrun salonumuza diye alıyorlar içeri.. Kocaman dev bir ekranın karşısına oturtuyorlar. Bir tarafta hakimler var. Diğer tarafta seyirciler.
Işıkları karartıyorlar, film bir başlıyor ki, adamın kendi hayatı..!
Yargıç diyor ki, “Zor bir dava, hayatınızın 10 anı ile yargılanacaksınız.”
Adam kan ter içinde kıvranıyor, karşıma neler çıkacak diye..
İlk sahne 8 yaşındaki hali. Kendi yaptığı bir suçu bir başka arkadaşına atarken..
Sahne bitiyor, ışıklar yanıyor, kaskatı suratlı 5 hakim, hadi bakalım söyle diyorlar, “Bunu neden yaptın?” Adam hık diyor, mık diyor, kıvranıyor manasızca.. Yiğitce bir açıklaması yok çünkü yaptığının. Çocukça bir korkaklık işte.
Sonra ergenlikte bir sahne, derken üniversitede, bir de üstüne babasıyla bir kavga...
Hep , hep sorumluluktan kaçmış hayatı boyunca, kendi çıkarı için başkalarını harcamış durmuş..
Gek gükten başka bir savunma yapamıyor, yargıçlar da son derece gerçekçi ve katı yorumlar yapıyorlar, bizimki perişan halde mahkeme salonundan çıkıyor. Bitik.. Hayatı nasıl yaşadığıyla ilk defa yüzleşiyor ve kendinden nefret ediyor..
Sonra aralarda bir yerde Meryl Streep’ in mahkemesi var. Bir sürü seyirci gelmiş, kalabalık. “Bir tek sahne ile yargılanacaksınız” diyorlar. Bir yangın sahnesi.
Kadıncağız, meğer o yangında çocuklarının hayatını kurtarmış ve öyle ölmüş. Yargıçlar ona hiç bir soru sormuyorlar tabii, ayakta alkışlanarak sonuçlanıyor o mahkeme..
Tahmin ettiniz mutlaka.. İkisi birbirlerine aşık oluyorlar...Ama oraları bu yazının konusu değil. 
Ben o filmi izlediğimden beri, her hareketimde hep düşünürüm, “Bu davranışım günün birinde dev ekranda bana izletilse , bir açıklamam olabilir mi?” diye... Ve savunamayacağım hiç bir şeyi yapmamaya çalışırım.
Düşünüyorum da, aslında kendi kendimizin savcısı da, yargıcı da biziz. O mahkeme nefes aldığımız sürece benliğimizde kurulmalı . Savcı beynimizse, yargıç yüreğimiz olmalı. Yargıcın onaylamadığı hiç bir şeyi yapmamalı..
Da....
Öyle takır takır yazmak gibi kolay değil ki..
Ben her gece başımı yastığa koyunca düşünüyorum, pişman olacağım bir şey yaptım mı diye.. Bütün gün bir biçimde yolumun kesiştiği her yüz adeta gözümün önünden geçiyor, üzgün, kırgın bakan bir yüz varsa ve sebebi bensem, çok üzülüyorum.
Bunu o kadar uzun süredir yapıyorum ki, artık resmi geçit yapan o yüzlerde üzüleceğim bir ifade pek nadir oluyor, bayağı ilerleme kaydettim diyebilirim..
Ama bir kere bunu başardın mı hep öyle kalacak diye bir şey yok. Odaklanmak gerek, odağını kaybettiğin an, mahkemendeki dev ekranda gösterilecek malzeme çıkartabilirsin her an..
İnsanın hamurunda acaip katı bir egoizm de var, inanılmaz derinlikte bir sevgi de.. Siz hangisini beslerseniz o benliğinize hakim oluyor. İncecik de bir sınır üstelik .. Ayağınız bir taraftayken her an öbür tarafa taşabilir.
Babamın çok yakın bir arkadaşının üç kızı vardı. Üniversitede filandım, beni karşısına oturtup sorguya çekmişti : “Evleneceğin adamda ne ararsın kızım? “
Acaip gerilmiştim.!
Ne desem beğenmeyecek belli ki.. O yaşlarda benim aklım anca boyuna posuna eriyor.. Sustum sustum, ıkındım, sıkındım...
Sonunda halime acıdı, cevabı kendi verdi : “Merhametli olsun evladım. Sakın merhametsiz bir adamla evlenme.”
Şimdi düşünüyorum da,aslında insanı insan yapan en önemli erdemlerden biri merhamet. İkisi vicdanla el ele dolaşır dururlar.
Diyeceğim o ki, özetle insan merhametli ve vicdanlı olduğu sürece o dev ekranda korkulacak bir manzara olmuyor. Saim amcam haklıymış. Gerisi teferruat.
Ve herkes kendi vicdanının önünü süpürse , var ya; bu toplumun kaderi muhteşem bir şekilde değişir.
Ha, hayat beni sürekli zorluyor diyorsanız, onun da cevabı var :
Nelson Mandela diyor ki :
“ Hiç bir zaman kaybetmem. Ya kazanırım. Ya öğrenirim..”
Hayal Ağacım
Bige Güven Kızılay


Hayal Ağacım ( Yeşil kitap )


Sayfa 194 ( Hayatımı Değiştiren Film )

Tam bir Pazar Günü  filmi. Aşağıdaki bir fragman
Filmin tamamını Ailecek izleyin bence.

https://youtu.be/oZEbLVD72hY

https://youtu.be/fNH03vw1r9M

Günün Sözü :"Düşündüklerinizin, bildiklerinizin ve inandıklarınızın nihai bir önemi yoktur. Önemli olan, yaptıklarınızdır.” Jack Canfield
27   Haziran 2020, Antalya-Türkiye






26 Haziran 2020 Cuma

DOĞAMIZ HAYATIMIZDIR




Doğa, problem çözme becerilerinin gelişmesine ve dikkat dağınıklığının önlenmesine birebir.


                                                                                                                                                       


Merhaba Gönül Dostlarım,


Öğrenmekten zevk alan, heyecan duyan, meraklı, araştırmacı, gözlem yapan, çözümler üretebilen, doğa ve diğer tüm zeka alanlarını aktif şekilde kullanabilen, daha sağlıklı, yaratıcı, stressiz, mutlu, çevre ve doğaya önem veren çocuklar yetiştirebilmek için  eğitimcilerin, anne ve babaların çocukları doğayla buluşturması ve doğayla bağ kurmalarını sağlaması gerekmektedir. İçerde hiç çocuk kalmasın, onları açık havaya çıkarın, hem de bugün ŞİMDİ.

" Yarın ve Pazar Günü YKS Sınavına girecek olan tüm öğrencilerimize sonsuz başarılar dilerim."

~ İbrahim Birol ~
 ****
İnsanlardan olabildiğince kopup tamamen doğayla bütünleşmek gibisi var mı? Sadece ayağınızın altında hışırdayan yaprakların, rüzgarın ve doğada yaşayan canlıların sesinin olduğu bir yer...
Ama ne yazık ki, sadece çok azımız doğayla bütünleşebilme imkanına sahip. Artan kentleşme yüzünden, yeşilin ne olduğunu unutacak hale gelmek üzereyiz. Elite Daily' den derlediğimiz bu içerik yardımıyla, doğanın vücudumuza ve psikolojimize olan olumlu etkilerini bilirsek, belki onunla iç içe yaşayabilmek için biraz daha fazla çaba gösteririz. 

Bilim de, doğayla iç içe yaşayanların daha mutlu, daha sağlıklı ve daha yaratıcı olduğunu söylüyor! 

Kaynak: http://elitedaily.com/life/people-who-ap...

Bu zamana kadar, doğanın insan psikolojisi üzerindeki etkisini anlamak için yapılmış bolca araştırmanın sonucu hep aynı: Doğaya ne kadar yakın olursak, o kadar mutlu hissederiz.
Japonya ve çevresindeki 24 ormanda, 280 katılımcı ile yapılan deneyde, katılımcıların yarısı ormanlara, yarısı da şehre gönderildi. Ertesi gün ise ormandakiler şehre, şehirdekiler ormana gidecek şekilde yer değiştirildi. 
Sonunda ise, bilim adamları günlerini ormanda geçirenlerin daha düşük kan basıncı ve kortizol yoğunluğuna sahip oldukları bulgusuna ulaştı. Diğer bir deyişle; kalabalık şehir hayatı insanlarda strese sebep olurken, doğa bu stresi azaltmaya yardımcı oluyor
Bu yüzden, bunalmış veya cesaretiniz kırılmış hissettiğinizde bir doğa yürüyüşüne çıkın; modunuz yükselecektir.
Çünkü doğa evrenin en büyük öğretmenidir. Bütün kaosların ortasında bile, devam etmemiz için bir yol olduğunu gösterir bize.

Doğanın iyileştirici gücünden nasibini alan sadece zihnimiz değil aynı zamanda bedenimiz...

Doğayla iç içe yaşamak acılara dayanma gücümüzü artırıyor.Bitkilerden yayılan kimyasalların insanların bağışıklık sistemini güçlendirdiği kanıtlanmış bir bilgi. Aslında bitkiler bu kimyasalları böceklerden ve çürümeden korunmak için açığa çıkarıyorlar. Tokyo' daki Nipon Tıp Fakültesi' nde yapılan araştırmaya göre, insanlar bu kimyasalları soluduğunda vücutlarındaki akyuvar ve öldürücü hücre oranı artıyor. Öldürücü hücreler ise vücudumuzdaki tümör ve bozulmuş hücrelerle savaştıkları için oldukça faydalılar. 
Yani, doğa yürüyüşü yapmak bir nevi hayatımızı kurtarıyor.
Modern yaşamın bize getirdiği en büyük kötülük, akıllı telefonlarımıza bağımlı halde geçirdiğimiz zamanlar. Ne zaman sıkılsak elimiz onlara gidiyor.
Aslında, sıkılmanın yaratıcılığı arttığına dair oldukça fazla kanıt var. Çünkü sıkıldığımız anlarda beynimiz yeni alanlara yönelmeye çok hazır durumda. Buradan çıkarmamız gereken mesaj: Sıkıldığınızda telefonlarınızı bırakın, hatta onlardan olabildiğince uzaklaşın.
Şehir hayatına kıyasla, zamanını doğada geçirenler çok daha az strese maruz kalıyor.Kansas ve Utah üniversitelerinde yapılan araştırmalara göre, dört duvarın dışında ve teknolojiden uzak geçirilen zamanlar bizi çok daha yaratıcı ve sezgisel kişilere dönüştürüyor.Araştırmacılar 56 katılımcıyı, Alaska, Kolorado ve Washington'da 4-6 gün süren doğa yürüyüşlerine çıkarttı. Bu süre boyunca katılımcıların hiçbir şekilde teknolojik alet kullanmalarına izin verilmedi.
Araştırma sonunda ise, katılımcıların %50'sinin dikkatini toplama, yaratıcılık ve problem çözme becerilerinde büyük bir artış gözlemlendi.
Genetik olarak vücudumuz etrafında ağaçları, çiçekleri, denizi veya diğer doğal çevreleri görmeye programlanmış. Doğal ortamda, doğal güzelliklerle iç içe yaşamak bizi acılarımızdan ve kederlerimizden uzaklaştırıyor.
Robert Ulrich, safra kesesi ameliyatı olan hastalarla bir araştırma yürüttü. Hastaların yarısı ağaç manzaralı yarısı da yalnızca duvarı gören odalarda kaldılar. Araştırma sonucunda, ağaç gören odalarda kalan hastaların acıya daha rahat dayandıklarına, hemşirelerle daha iyi geçindiklerine ve daha çabuk taburcu olduklarına tanık oldu.
Çünkü doğal çevreler, beynimizin medeniyetlerin erişemediği bölgelerine erişiyor. Tarihin en çok saygı gören resim, edebiyat ve müzik ürünlerinin de doğayla bütünleşik bir şekilde yaşayan insanlar tarafından üretilmesine şaşmamak lazım.
Yaban hayatı bir ilaç, arkadaş ve en güzel ilhamdır. Size ihtiyacınız olan her şeyi verir ve karşılığında hiçbir şey talep etmez. (Belki biraz saygı, hepsi bu.)

"Korkan, yalnız hisseden ve mutsuz olan herkesin ilacı evden dışarı çıkmaktır... Doğa bütün sıkıntıları avutacak güce sahiptir."

Bu içerik Onedio üyesi kullanıcı tarafından üretilmiş, Onedio editör ekibi tarafından müdahale edilmemiştir. Siz de Onedio’ da dilediğiniz şekilde içerik üretebilirsiniz.
Alıntı : Onedio.com

https://youtu.be/PPvGlpqudV4

Günün Sözü: "Korkan, yalnız hisseden ve mutsuz olan herkesin ilacı evden dışarı çıkmaktır... Doğa bütün sıkıntıları avutacak güce sahiptir."



24 Haziran 2020 Çarşamba

BURSA' NIN GEZEK GECELERİ



                                                                                         





 


Merhaba Gönül Dostlarım, 

Bugün benimde yazıyı ilk defa okurken öğrendiğim farklı ve bir okadar da ilginç olan, Bursa şehrimizin 600 yıldan bugünümüze kadar gelen eski bir geleneğini sizlerle paylaşacağım.
Bursa’ nın asırlık geleneği 
‘Gezek’ Gezek sözcüğü, Türkçe bir sözcük olup, gezmekten gelmektedir. Çünkü gezek, bir grup müzikişinasın ev ev gezerek, eğlenceler düzenlemesidir. Bir gezek grubu yirmi ila otuz kişi arasındadır. Bazen konuklarıyla bu, kırk hatta ellili sayılara ulaşsa da, evlerde yapılan bu etkinliklere daha fazla kişinin icabet etmesi oldukça zordur.

Bursa’ nın asırlık geleneklerinden biri olan “Gezek”; farklı meslek gruplarındaki insanlar ile saz ve söz üstatlarının bir araya gelerek, belli bir disiplin içinde sanat müziği eserlerini icra etmeleri olarak biliniyor. 
Osmanlı musiki ve sohbet geleneğinin mirasçısı gezek geceleri birçok ünlü sanatçı için de ayrı bir anlam taşıyor.  Zeki Müren, Erdinç Çelikkol, Müzeyyen Senar, Yıldırım Gürses, Burhan Dikencik, Serdar Kaşıkçılar, İnci Çayırlı, Recep Birgit, Cahit Peksayar geleneksel gezek gecelerinde yetişen ünlü sanatçılardan sadece birkaçı...
Osmanlı zamanında müzik ve sosyalleşme amaçlı toplanmaya başlayan 'gezek' ler, Bursa kültürünün hâlâ vazgeçilmez bir parçası.
Birçok Türk Sanat Müziği sanatçısının da ilk kez çalıp şarkı söylediği toplantılardan olan 'gezek' ler UNESCO İnsanlığı Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsili Listesi' nde de bulunuyor.
Bursa'nın önde gelen gezeklerinden Dostlar Gezeği, kapılarını BBC Türkçe'ye açtı.
Video haber: Aylin Yazan

****

BURSA GEZEKLERİNDE BİR ÇOCUK
Urfa "sıra geceleri"nin bir benzeri eskiden Bursa'da yaşanırdı. Ne kadar eski? Ellili, altmışlı yıllara kadar. Bursa'daki adı sıra gecesi değil, "gezek"ti... Bursalı erkekler, belirli günlerde sırayla bir evde toplanıp yemek yer, musiki icra eder, eğlenirlerdi. Hangi evde gezek varsa, o evin kapısında gece boyunca yeşil renkli bir ışık yanardı. Yabancı konuklar gelirse, adres aramasın diyeydi bu.
Gezek bir erkek eğlencesiydi, kadınlar katılmaz, yalnızca mutfakta yemek hazırlardı. Hatta günler öncesinden hazırlanırdı kadınlar.
Gezek gecelerinde, sesi güzel erkekler arasında bir Hafız Burhan vardı, bir de Kaya Bey. Eli kulağa atıp kâh gazel okur, kâh oynak havalarla gönül tellerini titretirlerdi.
Çocuklar bu gecelere alınmazdı ama, Kaya Bey, çoğu zaman küçük oğlunu da beraberinde getirirdi. Çünkü Kaya Bey'in oğlunun da sesi güzeldi. Onu bir sandalye üzerine çıkarır, şarkılar söyletirlerdi.
O çocuğu, gün gelecek, "Zeki Müren" adıyla tüm Türkiye tanıyacaktı.
"Şarkılara duygu seren, çilelere göğüs geren, dertli gönüllere giren, işte benim Zeki Müren"
Alıntı

https://youtu.be/X8oykbphUh0

24   Haziran 2020, Antalya-Türkiye