28 Haziran 2020 Pazar

PAZAR SOHBETLERİ (5)




Ölümden dönen insanlar, öbür dünyaya olan yolculuklarını anlattı...



                                                                                                                                    
Merhaba Gönül Dostlarım,

' Hayat Savunmaya Değer' başlıklı değerli yazarımız Bige Güven Kızılay' ın aşağıdaki yazısını 16 Ekim 2018 tarihinde ' Gerçek Dostlar ' Blog sayfamda sizlerle paylaşmıştım.

“Düşündüklerinizin, bildiklerinizin ve inandıklarınızın nihai bir önemi yoktur. Önemli olan, yaptıklarınızdır.” Jack Canfield

“Hayat bir masal gibidir, ne kadar uzun olduğu değil, nasıl yaşandığı önemlidir.” Seneca

Allah herkese sağlıklı ve Mutlu uzun ömürler versin...

~ İbrahim Birol ~

****

" Dünyasal yaşamın sonsuz olmadığı kesindir ve ölüm korkusu olduğu sürece, ölüm sonrasında yaşam umudu sürecektir ve acaba bilinçli ölmenin yolu var mıdır?
Aslında Batı dinleri cennetin yükselmiş bilincin diyarı olduğunu savunuyorlar. Duygusal sevinç doğu ve batı geleneklerin ortak fenomenidir. 

Harvard University yöneticisi Lawrence E. Sullivan batıdaki düşünce doğrultusunda cennetin sonsuz bir bayram ve eğlence yeri olduğunu iddia etmektedir. Gökyüzü, Tanrı’ nın sevgiyle ve barışla yıkanmış yüzü önüne çıkana kadar, ruhun yaşadığı yerdir. Çoğu dünya dinlerinde ortak bir inanç var; Ölümden sonraki hayatın şartları dünyadaki davranışlara göre değişkendir. 
Öbür dünyada yaşadıklarımız dünyadaki hayat tarzımızın bir sonucudur. Doğuda kader deniyor batıda ise davranışlarımızın ahlaki neticeleri. İkisi de hayatımızı iyi yaşamaya mecbur edici."
Alıntı : hürriyet.com

****
HAYAT SAVUNMAYA DEĞER

                                                                                      Filmin Hikayesi şöyledir.


defending your life ile ilgili görsel sonucuDaniel Miller (Albert Brooks), beklenmedik bir şekilde trafik kazası sonucunda ölür. Geçtiği öte tarafta hayatı sorgulanarak, dünyaya tekrar geri gönderilip gönderilmeyeceğinin kararı verilecektir. Mahkemede, yaşadığı deneyimlerde korkularının üstesinden gelebildiğini kanıtlamaya çalışırken Julia (Merly Streep) ile tanışır ve ona aşık olur.

"Hayatımı Değiştiren Film" diye bir yazım vardır hani. İlk çıkan Hayal Ağacım ( yeşil kapaklı )194. sayfada...
Karşıma fragmanı çıkıverdi. Paylaşmadan duramadım.

Bilseniz ki, bu dünyadan ayrılma vakti geldiğinde, hayat boyu her yaptığınız hareketin hesabını vereceksiniz; aynı şekilde davranır mıydınız?

Ben bu filmi izlediğim günden beri her akşam kendime bu soruyu sorarım. "Bugün ilerde savunamayacağım bir şey yaptım mı?"

“Hayatınızı değiştiren filmler hangisi?” diye bir başlık vardı internette.
Ben de onu düşündüm , benim var mı hayatımı değiştiren bir film diye..
Var.
90’ lı yıllarda bir video furyasıdır giderdi hatırlar mısınız? VHS mi, Beta mı, gidip gidip, deliler gibi film kiralardık..
İşte o dönemden bir film var hafızama kazınmış, kodlanmış adeta. Başrolde Meryl Streep var, adamın yüzünü hatırlıyorum, adından çok emin değilim, Albert Brooks galiba...
Diyebilirim ki, o gün bugündür, hayatımı o düşünceye göre yaşıyorum.
Detayları birebir aynı kalmamış olabilir zihnimde. Özetle şöyle :
Başroldeki erkek dalgın ve dağınık bir adam.
Film, bu adamın, araba kullanırken müziği değiştirmek isteyip düşen kaseti yerden almaya çalışırken bir trafik kazasında ölmesiyle başlıyor. Bu abimiz kendini “öbür dünyada” buluyor.
Film bu ya, orası geçici bir durak, ve orada yargılanıp, cennete mi, cehenneme mi gideceğiniz belirleniyor. Normal hayat akıyormuş gibi bir mekan, herkes yiyor, içiyor, geziyor, ama sürekli birbirleriyle mahkeme konusunu konuşuyorlar.
Meryl Streep’ le adam tanışıyorlar . Kadın çok zarif ve etrafta çok saygı gören biri.
Derken adamın mahkeme zamanı geliyor. Buyrun salonumuza diye alıyorlar içeri.. Kocaman dev bir ekranın karşısına oturtuyorlar. Bir tarafta hakimler var. Diğer tarafta seyirciler.
Işıkları karartıyorlar, film bir başlıyor ki, adamın kendi hayatı..!
Yargıç diyor ki, “Zor bir dava, hayatınızın 10 anı ile yargılanacaksınız.”
Adam kan ter içinde kıvranıyor, karşıma neler çıkacak diye..
İlk sahne 8 yaşındaki hali. Kendi yaptığı bir suçu bir başka arkadaşına atarken..
Sahne bitiyor, ışıklar yanıyor, kaskatı suratlı 5 hakim, hadi bakalım söyle diyorlar, “Bunu neden yaptın?” Adam hık diyor, mık diyor, kıvranıyor manasızca.. Yiğitce bir açıklaması yok çünkü yaptığının. Çocukça bir korkaklık işte.
Sonra ergenlikte bir sahne, derken üniversitede, bir de üstüne babasıyla bir kavga...
Hep , hep sorumluluktan kaçmış hayatı boyunca, kendi çıkarı için başkalarını harcamış durmuş..
Gek gükten başka bir savunma yapamıyor, yargıçlar da son derece gerçekçi ve katı yorumlar yapıyorlar, bizimki perişan halde mahkeme salonundan çıkıyor. Bitik.. Hayatı nasıl yaşadığıyla ilk defa yüzleşiyor ve kendinden nefret ediyor..
Sonra aralarda bir yerde Meryl Streep’ in mahkemesi var. Bir sürü seyirci gelmiş, kalabalık. “Bir tek sahne ile yargılanacaksınız” diyorlar. Bir yangın sahnesi.
Kadıncağız, meğer o yangında çocuklarının hayatını kurtarmış ve öyle ölmüş. Yargıçlar ona hiç bir soru sormuyorlar tabii, ayakta alkışlanarak sonuçlanıyor o mahkeme..
Tahmin ettiniz mutlaka.. İkisi birbirlerine aşık oluyorlar...Ama oraları bu yazının konusu değil. 
Ben o filmi izlediğimden beri, her hareketimde hep düşünürüm, “Bu davranışım günün birinde dev ekranda bana izletilse , bir açıklamam olabilir mi?” diye... Ve savunamayacağım hiç bir şeyi yapmamaya çalışırım.
Düşünüyorum da, aslında kendi kendimizin savcısı da, yargıcı da biziz. O mahkeme nefes aldığımız sürece benliğimizde kurulmalı . Savcı beynimizse, yargıç yüreğimiz olmalı. Yargıcın onaylamadığı hiç bir şeyi yapmamalı..
Da....
Öyle takır takır yazmak gibi kolay değil ki..
Ben her gece başımı yastığa koyunca düşünüyorum, pişman olacağım bir şey yaptım mı diye.. Bütün gün bir biçimde yolumun kesiştiği her yüz adeta gözümün önünden geçiyor, üzgün, kırgın bakan bir yüz varsa ve sebebi bensem, çok üzülüyorum.
Bunu o kadar uzun süredir yapıyorum ki, artık resmi geçit yapan o yüzlerde üzüleceğim bir ifade pek nadir oluyor, bayağı ilerleme kaydettim diyebilirim..
Ama bir kere bunu başardın mı hep öyle kalacak diye bir şey yok. Odaklanmak gerek, odağını kaybettiğin an, mahkemendeki dev ekranda gösterilecek malzeme çıkartabilirsin her an..
İnsanın hamurunda acaip katı bir egoizm de var, inanılmaz derinlikte bir sevgi de.. Siz hangisini beslerseniz o benliğinize hakim oluyor. İncecik de bir sınır üstelik .. Ayağınız bir taraftayken her an öbür tarafa taşabilir.
Babamın çok yakın bir arkadaşının üç kızı vardı. Üniversitede filandım, beni karşısına oturtup sorguya çekmişti : “Evleneceğin adamda ne ararsın kızım? “
Acaip gerilmiştim.!
Ne desem beğenmeyecek belli ki.. O yaşlarda benim aklım anca boyuna posuna eriyor.. Sustum sustum, ıkındım, sıkındım...
Sonunda halime acıdı, cevabı kendi verdi : “Merhametli olsun evladım. Sakın merhametsiz bir adamla evlenme.”
Şimdi düşünüyorum da,aslında insanı insan yapan en önemli erdemlerden biri merhamet. İkisi vicdanla el ele dolaşır dururlar.
Diyeceğim o ki, özetle insan merhametli ve vicdanlı olduğu sürece o dev ekranda korkulacak bir manzara olmuyor. Saim amcam haklıymış. Gerisi teferruat.
Ve herkes kendi vicdanının önünü süpürse , var ya; bu toplumun kaderi muhteşem bir şekilde değişir.
Ha, hayat beni sürekli zorluyor diyorsanız, onun da cevabı var :
Nelson Mandela diyor ki :
“ Hiç bir zaman kaybetmem. Ya kazanırım. Ya öğrenirim..”
Hayal Ağacım
Bige Güven Kızılay


Hayal Ağacım ( Yeşil kitap )


Sayfa 194 ( Hayatımı Değiştiren Film )

Tam bir Pazar Günü  filmi. Aşağıdaki bir fragman
Filmin tamamını Ailecek izleyin bence.

https://youtu.be/oZEbLVD72hY

https://youtu.be/fNH03vw1r9M

Günün Sözü :"Düşündüklerinizin, bildiklerinizin ve inandıklarınızın nihai bir önemi yoktur. Önemli olan, yaptıklarınızdır.” Jack Canfield
27   Haziran 2020, Antalya-Türkiye






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder