28 Şubat 2019 Perşembe

DEDELERİMİZİN TAKVİMİ






dedelerimizin takvimi ile ilgili resi ile ilgili görsel sonucu

Merhaba Gönül Dostlarım,

Dedelerimizin takvimi 

Dedelerimizin ve ninelerimizin kullandığı Rumi takvimin özellikleri nelerdir? Miladi takvim ile arasında ne gibi farklılıklar var?

Osmanlı Devleti Dönemi' nde mali işlerde kullanılmak üzere hazırlanan Rumi Takvim, eski Bizans takvimi esas alınarak hazırlanmıştır. Rumi takvim 1839 yılında bütün resmi ve mali işlemlerde Hicri takvimle beraber kullanılmaya başlanırken, takvimin başlangıcı  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in Mekke' den Medine'ye hicret ettiği gün alınmış ama ay yılı esas alınmayıp güneş yılı esasına göre hazırlanmıştır. 

Ecdadın kullandığı Rumi Takvim, Cumhuriyetin ilanı sonrasında 1 ocak 1926'da Miladi takvimin yürürlüğe girmesine kadar kullanılmıştır. 1926'dan sonra miladi takvim kullanılmasına karşın, mali yılbaşı 1982 tarihine kadar mart ayı olarak kabul edilmişti. Miladi takvimin kabul edilmesine rağmen mali yılbaşı mart ayı olarak kabul edilmiş ve bu uygulama 1982'ye kadar devam etmiştir. 


dedelerimizin takvimi ile ilgili resi ile ilgili görsel sonucuRumi Takvim'in Özellikleri  - Rumi takvim güneş yılı esası ele alınarak hazırlanmıştır.  - Rumi takvimin başlangıç tarihi, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in Mekke’den Medi­ne’ye yapmış olduğu hicretin tarihi olan 622 yılıdır.   Rumi takvim ile Miladi takvim arasında 13 günlük fark bulunmaktadır. Miladi takvimde ayın 14' ü olduğunda, Rumi takvim ayın 1'ini gösterir. 
- Rumi Takvim'de iki mevsim bulunur. Bunlar Kasım Günleri ve Hızır Günleridir. Kasım Günleri, 8 Kasımda başlayıp, 5 Mayısta son bulur. Hızır Günleri ise 6 Mayısta başlayıp 7 Kasımda son bulur. 

Atalarımız 3 aylık kış mevsimini Erbain ve Hamsin diye adlandırarak ikiye ayırmışlardır. Erbain, gecelerin en uzun, gündüzlerin ise en kısa olduğu 22 Aralık tarihinde başlayıp, 30 Ocak tarihinde son bulan 40 günlük süreye verilen isimdir. Hamsin, erbainin sona ermesi ile 31 Ocakta başlayıp, 21 Martta sona erer. Hamsinin içinde Cemreler bulunur. Cemre sıcaklık anlamına gelen bir kelimedir.  Birinci Cemre, Rumi Gücük ayının 7. gününde, Miladi aya göre 20 Şubatta havaya düşer. İkinci Cemre, Rumi Gücük ayının 18. gününde, Miladi 27 Şubatta suya düşer. Üçüncü Cemre, Rumi Gücük ayının 26. günü, Miladi 6 Martta toprağa düşer. - Rumi takvime göre soğuklar dört tanedir. Bunlar, Koca Karı Soğukları, Gün Dönümü Fırtınası, Abrulun Beşi Soğukları, Sitte-i Sevr Soğuklarıdır. Koca karı soğukları, Rumi Mart ayının 4. günü, Miladi Mart ayının 17 veya 18. günlerinde yaşanan soğuklardır. Gün dönümü fırtınası, Rumi 8 Mart, Miladi 21 veya 22 Mart günlerinde olan soğuktur. Abrulun beşi soğukları, Rumi 5 Nisan günü, Miladi 18 Nisanda görülen soğuklardır. Sitte-i sevr soğukları, Rumi 7-12 Nisan, Miladi 20-25 Nisan arası görülen soğuklardır.


OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>https://www.kamusaati.com/ozel-dosya/dedelerimizin-takvimi-h3987.html
Kamu Saati





Günün Sözü :" İlkbaharın geldiğini hissedin. Yaşayın hissederek farkında olarak yaşayın baharı."

baharla ilgili resimler ile ilgili görsel sonucu

İbrahim Birol, 28 Şubat 2019, Antalya- Turkey

24 Şubat 2019 Pazar



KÖPRÜ
 Toplumsal Sorunların Çözümü

köprü resimleri ile ilgili görsel sonucu

Felsefe

 Merhaba Gönül Dostlarım,

Bilim insanları uyarıyor: Dünya 6. büyük kitlesel yok oluş evresinde. Bu kitlesel yok oluşun temel nedeni ise insanoğlunun dünya üzerindeki faaliyetleri. 6. Büyük Kitlesel Yok Oluş adlı evre insanoğlunun soyunun da tükenmesine sebep olabilir.

Dünya bugüne kadar 5 büyük kitlesel yok oluş evresinden geçti. Bu evrelerin her biri dünya üzerindeki canlı türlerinin büyük bir bölümünün (yaklaşık yüzde 80 ile yüzde 96'sının) soyunun tükenmesine neden oldu.
5. Büyük Kitlesel Yok Oluş Palaojen’ e 65 milyon yıl önce 11 kilometre çapında dev bir asteroitin dünyaya çarpması neden oldu.

"İnsan medeniyeti yok olma tehlikesiyle karşı karşıya"

tr.euronews.com


Felsefe yazılarımıza bugün de  ile devam ediyorum.

Köprü  Kurmak

köprü resimleri ile ilgili görsel sonucuİnsan köprü kurar. Engelleri köprü ile aşar ve aslında kendisi de bir köprüdür. İnsan bedeni evren ile bilgi arasında bir bağlantıdır. Maddi varlığımız gıda dediğimiz organik enerjiden alınmış, alemle bağımızı sağlamıştır. Beden bir köprü gibi sonradan yapılan bir inşaattır, asıl olay alemle bağ kurmaktır. 
Kimse kendi başına yaşamamıştır, insanlık kendi başına değildir ki kendi başına olmak yalnızca mecazi bir söylemdir. 


Beni bu çalışmaya sevk eden şey insanın insanı yok sayması, daha da önemlisi yok etmesi üzerine konuşma ihtiyacıdır. Bu durumun hüzünlü bir şekilde yaşandığı coğrafyamızda artık bir söz söyleme zamanının gelmiş olmasıdır. Aslında bu dediklerim malumun ilanıdır, ancak insanoğlu yok oluşa gözlerini bağlayarak giderken malumun ilanı, yayımı ve haykırılması dahi az gelmektedir.
Medeniyet Mezopotamya’da başladı, burada da yok oluyor. Hayatla ve insanlıkla bağını koparmış unsurlar kendi beslendikleri bütünü yok ediyor. İnsanlar bunun farkına dahi varamazken, söyleyince de duymamış gibi yapıyorlar. Biraz duymaya başlayınca modernitenin sesini açıyorlar. Gerçekleri duymamak için tüketim avuntusunda kendilerini kaybediyorlar.
İnsanoğlu kendini bulduğu yerde kaybediyor. Dünya artık paranın etrafında dönüyor. Paraya silahlar değer veriyor. Bu silahlar coğrafyamızda patlarken söyledikleri gibi değer üretmek değil değerleri çalmak için geldikleri anlaşılıyor. Bu coğrafyada kardeş kardeşi öldürüyor. İslam’ a zarar vermek için İslam devleti kuruluyor. Demokrasi için demokratlar katlediliyor. Özgürlük için ülkeler esir ediliyor. Barış için savaş çıkarılıyor. Ölümden değerini alan para sadece öldürüyor. Belki yoklukta bir kısmımız acı çekecekken paranın iktidarında herkes kaybediyor.
Bir oyun alanı kuruluyor ve buna Ortadoğu adı veriliyor. Ortadoğu oyununda tehlike altındaki varoluşumuzu anlatmak gerekiyor. Bunu da Köprü metaforuyla gerçekleştiriyoruz. Köprü insani bağlarımızı simgeliyor. İnsani bağların koparıldığını, yakınımızdan başlayarak köprülerin yıkıldığını anlatıyoruz.
Yazdığım her şeyin insanlara faydalı olduğunu ve benimle ömür boyu taşındığını gördüm. Aslında tek yaptığımızın ortak bir anlam uydurmaya çalışmak olduğunu fark ettim. Tek yaptığımız kabul edilecek kelimeleri seçmek. Bu çalışma da birlikte bir anlayış sağlamak içindir. Her şeyi birlikte yaptığımızı fark ediyor ve anlayışta yardımcı olmak için toplumla birlikte yazıyorum.
Bu çalışmada akademik üsluptan kaçındım. Halkın genelinin fark etmesi gereken unsurlara değindim. Hem de çalışmanın gelecekteki çalışmalara ancak bir önsöz olmasını diledim. Kaynaklara başvurmadım, nicel veri veya istatistik kullanmadım. Bu çalışmanın toplumsal sorunlarımıza giriş mahiyetinde olmasını hedefledim. Kardeşliğimize bir önsöz sunmak istedim.
Herhangi bir konuda otorite değilim. Memleketi kurtarma muhabbetlerinde şikayetten başka bir şey sunmayan insanımıza naçizane çözümümü yazmaktayım. Üzerime düşeni yaptığımı sanmıyorum, zira ülkemdeki her sorundan, insanlığın sorunlarından sorumluyum. Bu sorumluluk duygusunu hissetmediğimiz sürece çözüme ulaşmayacağımızı da belirtmeliyim.
Günün Sözü : Gerçekler, keyif alınacak, saygı duyulacak, kutlanacak ve paylaşılacak güzel ilham kaynaklarıdır. 

İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
24 Şubat 2019, Antalya-Turkey

20 Şubat 2019 Çarşamba

HAVASIZ ve SUSUZ BİTKİ









Merhaba Gönül Dostlarım,

Bir Damla Su Olmadan 60 Yıl Yaşayan Bitki
David Latimer’ in tam 60 sene önce aklına gelen bir fikir, bugün herkesi şaşırtan mucizevi sonuçlara yol açtı! Doğanın kendine yeterli olup olmadığını merak eden yaşlı adam, bir miktar tohumu şişenin içine yerleştirdi ve kapağını kapattı! Tam 60 yıl boyunca ne su ne de hava almayan bitki, kendi kendine yarattığı ortamda yaşamaya devam etti. Bugün 86 yaşında olan Latimer, deneyin ulaştığı başarıyla gurur duyuyor.
1960 yılında eve getirdiği şişeyi botanik bahçesine dönüştüren İngiliz David Latimer, bitkilerin kendi kendilerine yeterli olabilecekleri bir ortamda hayatta kalabileceğini ispatlamak için bu deneye giriştiğini belirtti.
Bu fikrin “Şişe Bahçeleri”nin moda olduğu zamanlarda aklına geldiğini ve çok geçmeden hayata geçirdiğini belirten emekli elektrik mühendisi, “Tradescantia bitkisi şişenin ağzına kadar her yerini dolduracak kadar büyüdü. Yalnızca 1970’  lerin başında iki kez su vermiştim” dedi.
60 yıl önce ağzı kapatılan şişedeki bitki güneş enerjisi ihtiyacını gün ışığından alırken, su ve hava ihtiyacını ise kendi yarattığı nem ve oksijenden elde etti. Dökülüp çürüyen yapraklar ise, bitkinin ihtiyaç duyduğu besini meydana getirdi.
Deneyin sonuçları, insan müdahalesi olmadığı sürece, taibatın kendi kendine yaşayabilme ve hayatta kalabilme gücüne işaret ediyor.
Şişeyi elinden çıkarmayı düşünmediğini belirten Latimer, sözlerini şöyle noktaladı: “Onu çocuklarıma bırakacağım. Sonuçta bu bir deney olarak başladı ve hala bir deney olmayı sürdürüyor!”

Alıntı : www.onedio.com

Günün Sözü : Dünya sadece bizim değildir." İnsanlar toprağın sahibi değil kiracısıdır. " Doğa insansız yaşar, insan doğasız yaşayamaz..."

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ağaç, bitki, açık hava ve doğa

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
20 Şubat 2019, Antalya-Turkey

19 Şubat 2019 Salı

TESEUS' SUN GEMİSİ




teseus'un gemisi

Merhaba Gönül Dostlarım,

Felsefe


TESE' SUN GEMİSİ



                Antik Yunanistan’da Teseus adlı efsanevi bir kral varmış. Atina şehrinin kurucularındanmış.

 Kral Teseus gemisiyle denize açılıp tehlikeli düşmanları ve canavarları mağlup edermiş.
 Onun kahramanlıklarını anmak isteyen Atina halkı Teseus’un gemisini limanda korumaya alarak anıt yapmaya karar vermiş. Limanda anıt halinde bekleyen geminin tahtaları zamanla çürümeye başlamış. Gemiyi sağlam tutabilmek için çürüyen tahtaları aynı malzemeyle değiştirmişler. Tahtaları aynı malzemeyle değiştirseler de birçok değişiklikten sonra bir soru gündeme gelmiş. Tahtaları değişmiş olan gemi hala Teseus’un gemisi mi, yoksa yeni bir gemi mi?
Bir gemi ne zaman kendi olmayı bırakır? Bir tahtası bile değişince hala aynı gemi olmuyor, ama ona kişilik addediyoruz. Peki bir insan ne zaman kendi olmayı bırakır, kendisi nedir ki? Gemi tahtalardan oluşur da insan etten mi oluşur?
Teseus
Et yemektir, dışarıdan zorla alırız. Ben dediğimiz beden bizim bile değildir. Başkasıdır, zira dünyaya da bizi başkası getirir. Başkası yetiştirir, yedirir, öldürür. “Ben” bedense, öyle bir şey yoktur.
Ödünç bedenlerimizde, “yemek” bedenlerimizde bile duramıyoruz. Teseus’un gemisinden hiçbir farkımız yok. Bir yapıyız ve çürümemek için “beni” yani bedenimizi söküp yenisini takıyoruz. Her an ölüyor ve yenileniyoruz. Hücrelerimizin ömrü var, ölüyorlar ve yenileri kendince yaşıyor. Bizim haberimiz bile olmuyor. Beyin hücreleri hariç değişmeyen hücre yok. Beynin içinde de bilgiler değişiyor, onun olayı o.
cansız mankenBeden değişiyor da içindeki(ya da dışındaki) kişilik değişmiyor mu? Küçükken düşündüklerimiz ile şimdiki arasında büyük fark var. Çoğumuz atalarımızdan farklıyız. Dünden beri bambaşka kişilere dönüşenler olmuştur. Bu yazının başlangıcından beri birçok şey değişti. Hayat böyle, hayat değiştirici ve zorlayıcı.
Teseus’un gemisi yok edilse de var. Çünkü hikayesi var. Anıt olarak korunan gemi hikayeyi hatırlatmak içindir, geminin tahtalarını değil. Gemi hala aynı gemi midir, önemli değil. Amaç gemi değil, hikayedir.
Hayat bir hikayedir. Üzerine yazdığımız kağıtlara beden diyoruz. Kağıtlara mı hayranız, yoksa anlatıya mı? Ben ölür, kağıt çürür, hikaye kalır. Hikayenizi havalı kağıtlara, süslü bedenlere yazmanız belki bir etki yaratır, ama iyi bir hikaye basit bir kağıtta bile etkileyicidir. En güzel hikayeler ise kağıtlara ihtiyaç duymaz.
 Alıntı :
Doğuhan Murat Yücel
doğuhan murat yücelDoğu Han, hayatın soran tarafı. Sorularla yaşayan bir münzevi. Yazıları düşünmek için yazıyor. Şunu fark etti: Her zaman birlikte düşünüyoruz. Sonra dmy.info’ya yazmaya başladı. Sitede dördüncü yılı, ancak yaklaşık on yıldır yazmaya çabalıyor. Daha doğrusu, düşünmenin doğru şekli olan, birlikte düşünmeye, biz olarak ifade etmeye çalışıyor. Bazen can sıkıntısından, bazen de insanların ihtiyacına yönelik konu seçiyor. Yazıların kısa, öz olması ve insanlığın imdadına yetişmesi için çabalıyor. Çünkü hepimiz öleceğiz, ancak insanlığın ömrü bizden de kısa.
DMY Felsefe

Günün Sözü :
Görüntünün olası içeriği: okyanus, yazı, açık hava, su ve doğa

İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
19 Şubat 2019, Antalya- Turkey






11 Şubat 2019 Pazartesi



BAŞARININ SIRRI

parkta oturan adamlar resmi ile ilgili görsel sonucu


Merhaba Gönül Dostlarım,

Çok çalışmak her zaman başarı getirir mi? Bazen daha az çalışmak, gerçekten daha iyi sonuçlara ulaşmanızı sağlayabilir. Uzun süre verimsiz çalışmaktansa, daha az sürede etkin ve verimli çalışmak… İşte bütün mesela bu! Peki bunun için ne yapabiliriz? Yeni bir şey yapmaya da gerek yok, yaptığımız bazı şeyleri bırakmak bunun için yeterli. İşte daha üretken olabilmek için bırakmamız gerekenler…
Öyleyse, neden küçük girişimler, daha büyük kuruluşların başaramadığı şeyleri başardı. Facebook, 13 çalışanı bulunan Instagram’ ı bir milyar dolara satın aldı zamanında mesela. Başarının bir kısmı şansa bağlı elbette  gerisi ise etkin ve verimli çalışmaya.
Başarının sırrı çok çalışmak değil, akıllı çalışmak.
İşte, daha üretken olabilmek için yapmayı bıraktığım 5 şey.
1. Fazla mesai yapmayı bırakın ve verimliliğinizi arttırın
2. Çok sık “evet” demeyin
3. Her şeyi Kendiniz Yapmayı Bırakın
4. Mükemmeliyetçi olmayı bırakın
5. Çalışmayı bırakın ve hiçbir şey yapmadığınız zamanlarınız olsun
Kaynak: www.matematiksel.org
BAŞARININ SIRRI

Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. ‘Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?’ diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, ‘Sana yardım edebilirim’ dedi. Çek defterini çıkardı.


İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: ‘Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al’ dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.


İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller’ e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. ‘Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim’ diye düşündü. John Rockefeller’ e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi.

Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı.

Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.


Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü.


Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire ‘Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir’ dedi. ‘Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor’ diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.


İş adamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.


Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.

Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.

Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.

https://youtu.be/4tl4Mrf5TYU

Günün Sözü;
Che Guavera’ nın da dediği gibi “Kaybetmekten korkma, bir şeyleri kazanman için bazı şeyleri kaybetmen gerekir. Ancak unutma, kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde yenilirsin.”

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
11 Şubat 2019,Antalya-Turkey