30 Nisan 2019 Salı

SON DURAK DİYORLAR ADINA...



Gerçek Dostlar


 AYFER AYDIN ( Büyükokan)


Merhaba Gönül Dostlarım,

1967 ile 1989 yıllarında görev yapan Antalya Lisesi Emekli İngilizce Öğretmenimiz Ayfer Aydın "ŞekerAyfer ", tedavi gördüğü yoğun bakım sürecinde, dün  öğle saatlerinde Hakkın  Rahmetine kavuşmuştur.

Cenazesi bugün öğlen namazına müteakip Antalya Andızlı mezarlığına defnedilecektir.
Sevgili Öğretmenimize Allah' tan Rahmet, kederli Ailesine, yakınlarına ve sevenlerine Başsağlığı ve sabırlar dileriz. Ruhu şad mekanı cennet olsun...

İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
30 Nisan 2019, Antalya- Turkey





28 Nisan 2019 Pazar

MENDİLİN GİZLİ DİLİ







İlgili resim

Merhaba Gönül Dostlarım,

Tarih boyunca, mendil kadar farklı işlere yarayan belki az nesne vardır. El yüz kurulamaktan tutun, âşıklar arasında gizli haberleşmeye kadar, çok yerde mendil kullanılır.
Eskiden kendine has derin anlamlar taşıyan nice değer, ne yazık ki zamanla unutuldu ve hatıralar arasında kaldı. Hayatın vazgeçilmezi olan eşyalar, sandıklarda ya da koleksiyonlarda ara sıra göz atılan bir “görümlük” oldu. Bunlar arasında akla ilk gelenlerden biridir mendil. Tarih boyunca, mendil kadar farklı işlere yarayan belki az nesne vardır. El yüz kurulamaktan tutun, âşıklar arasında gizli haberleşmeye kadar, çok yerde mendil kullanılır.
eski zaman mendil resimleri ile ilgili görsel sonucuMendil, her yerde ve zamanda âşıkların haberleşme vasıtası olmuştur. Mendili sallamak, burnuna götürmek, yere atmak, âşıklar için hep bir mana ifade eder. Mendil, aşkın ve âşıkların gizli dilidir. Sevenler arasında haberleşme vasıtasıdır. Sevgiliye gönderilen ucu yanık mendil, ateşli bir aşka delalet eder. Kız da sevdiğine, kendi işlediği ve üzerindeki nakışların her birinin farklı manası bulunan bir mendil gönderir. Bu mendiller kullanmak için değil saklamak ve hatırlamak içindir. Mendilleri karşılıklı olarak iade etmek, aşkın da bittiğini gösterir. Sevgiliye gösterilen mendil ortadan tutuluyorsa, ‘Bu akşam seni bekliyorum’ mesajı verilir. Buna karşılık mendil sallamak, ‘peki’ manasına gelir.

Pencereden aşağı savrulan bir mendil, kızın, oğlana aşkını ilanıdır. Delikanlı durup mendili alır da itinayla katlayarak cebine koyarsa, bu aşka cevap vermiş demektir. Mesirelerde yere düşürülen mendil, buluşma haberidir. Beyaz mendil, ‘seni seviyorum’; eflatun, ‘yarın pencerenin önünden geçin, mektup vereceğim’; fıstıki yeşil, ‘dikkatli olalım; mor, ‘seni çok beğeniyorum’; kenarı pembe, ‘sensiz yaşayamam’, kenarı sarı, ‘birkaç gündür rahatsızım, dışarı çıkamadım’; kenarı yeşil, ‘sana daima sadık kalacağım’; kırmızı mendil, ‘seni bütün varlığımla seviyorum’, mavi, ‘vefasızsın, kederdeyim’; yeşil, ‘mektup gönderdim, cevap bekliyorum’ manasına gelir.


tarihi mendiller ile ilgili görsel sonucuBu sebeple mendil aşk şiirleri ve türkülerde çok geçer: ‘Üsküdara gider iken bir mendil buldum/Mendilimin içine lokum doldurdum’; ‘Mendilimin yeşili/Ben kaybettim eşimi/Al bu mendil sende dursun/Sil gözünün yaşını’; ‘Ben armudu dişledim/Sapını gümüşledim /Ben yârimin ismini/Mendilime işledim’; ‘Yar yolunu kolladım/Beyaz mendil salladım’. Nedim der ki: ‘Bûy-i gül takdir olunmuş nâzın işlenmiş ucu/Biri olmuş hoy, birisi destmâl olmuş sana’ (Gül kokusu damıtılmış; nâzın ucu işlenmiş; biri sana koku, biri mendil olmuş).

Kadınların el emeği göz nuru olan mendiller, Anadolu’da 1882'den itibaren artık sanayi mamulü oldu. Mendillere değer katan naturel (kök) boyalar, yerini kimyevî boyalara bıraktı. İşleme ve oyalar da terk edildi. Selçuklulardan bu yana mendillerde yaşayan motifler unutuldu. Yine de mendil biraz daha yaşadı. Mekteplerde mendil kontrolü yapılırdı.
Çocuklar mendil kapmaca oynardı.
Kağıt mendil çıkınca kumaş mendillerin yıldızı söndü ve yavaş yavaş hayatımızdan çekildi.

Alıntı

https://youtu.be/tMUtzjSkjnY

Günün Sözü :
O mendiller edeptir, erkândır, irfandır ve namustur.  Bizim mendilimiz Avrupa’ daki gibi değildir, bize benzer. Birliğin, dirliğin, sevgi ve sadakatin düğümlendiği bir bohçadır.  Mendiller gönül Bohçamızdır  " Sadettin  Kaplan 

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
28 Nisan 2019, Antalya-Turkey

25 Nisan 2019 Perşembe

İSTANBUL' DA YAŞLI BİR ADAM..



Ve birlikte uzun bir yolculuk...


Merhaba Gönül Dostlarım,

Her insan için değişik mana ve önem ifade eden yaşlılık, hayatın çok özel bir dönemidir. Yaşlılarımız dün ile bugün arasında köprü kuran, kültürümüzü ve değerlerimizi yarınlara taşımamızı sağlayan en değerli varlıklarımızdır. Bu dönem insan hayatının ilgi ve sevgiye en çok ihtiyaç duyduğu dönemdir. Yaşlılarımız aile fertlerinden ve çevrelerinden sıcak bir ilgi, alaka, sevgi ve saygı görmeyi ister ve bu beklenti içerisindedirler. Zira yaşlılarımız sevgiyle, ilgiyle hayata tutunurlar.
 Yaşlı olmak başlıca hürmet vesilesidir. 
Onlara saygı ve sevgi göstermek için başka bir hususa gerek yoktur. Bu sebeple örfümüzde yaşlılara büyük hürmet gösterilmiş, yaşlı ata sayılmış, kan bağı olmasa da baba, ana mevkine konulmuştur.

Bununla birlikte hayatlarının son demlerini yaşayan yaşlılarımız annemiz, belki babamız veya bir yakınımız olabilir. Onların hayatlarını huzur ve sükunet içerisinde geçirmelerini sağlamak onlara karşı sevgi saygı göstermek vefanın gereğidir.

Aşağıdaki gerçek bir hikayeyi sizlerle paylaşarak, sonucunda sizlerin bu konuda neler düşündüğünüzü bilmek isterdim...

İbrahim Birol




Gazeteci Erem Şentürk’ten Alıntıdır.
Tam metroya bineceğim, bir tane yaşlı amca makinenin önünde panik yapmış 
dolduramıyor kartı. Arkasında birkaç tane genç birikmiş bağırıyor amcaya 
"-hadi be ne’ yapıyosun, flört mü ediyosun makinayla" 
Tabi bunu duyunca delirdim. 
- N’apıyosunuz ya dedim gittim 
  amcaya yardım ediyorum, 
- Canım amcam sen ne istiyorsun dedim,
- kartım yok dedi,  doldurduk kartını dedim, 
- al istediğin yere git bununla, hatta sen başvuru yap senin yaşına ücretsiz ulaşım dedim. 
  Neyse ben de doldurdum kendi kartımı metroya geldim. Baktım amca orada bekliyor hala, - ne oldu dedim. 
- Yavrum adres soracaktım beni azarlarlar diye soramadım, seni bekledim dedi. 
- Olur mu öyle şey amcam dedim, peki nereye gidecektin sen dedim. 
- Üsküdar Marmaray dedi. 
- Amca Kirazlıdayız, karşı tarafta o. Nasıl buraya geldin uzak dedim. Kafasını eğdi, 
- dur dedim anlattım ona. Burdan Yenikapıya git, ordan sarı çizgiyi takip et, 
  Marmaraya bin, ordan 2 durak sonra Üsküdar Marmaraydasın dedim..
  Baktım amca mahzun mahzun bakıyor, anlamamış durumu,
- tamam dedim amca gel gidiyoruz. Atladık metroya gidiyoruz Üsküdara doğru, yolumuz var    da var. Muhabbet olsun diye dedim

-  “amca sen nerelisin”. 
- Malatya dedi.
- Var mı kayısı bahçesi filan dedim, dedi ki
- yavrum ben emekli ağır ceza hakimiyim. 
Vayy be dedim içimden. Onlarca kişiye müebbet dağıt, 40 yıl, 50 yıl hapis ver, sonra gel metroda kartı şaşır, ey insanoğlu... Sonra, 

Demans hastası bir insanı nasıl bırakırsınız?- amca dedim Malatya'dan İstanbul' a neyle geldin dedim, uçakla mı otobüsle mi? Amca dedi ki, 
- hatırlamıyorum... Dedim
- amca valizler nerde? 3 yaşındaki çocuk gibi yüzüme baktı 
nerde? dedi.... O an anladım amca demans hastası, yani kişisel tarihini unutmak, kendi geçmişini silmek. Peki amca nereye dedim,
- "OĞLUM BENİ, ÜSKÜDAR MARMARAY’ DA BEKLİYOR" Dedi. 
- Neyse dedim telefon nerde dedim.. 
- Nerde dedi, dedim iş sıkıntı, neyse indik Üsküdar Marmaraya. Oturduk bekliyoruz gelen giden yok, dedim 
- amca kimliği ver. Baktım adına soyadına, sonra bir tanıdığı aradım. Dedim böyle böyle kimdir bu yakını vs bir numara bulur musun? Sağolsun yardımcı oldu. Harbiden Malatyalıymış, kızının numarası geldi, aradım dedim gece gece rahatsız ettim ama... Daha lafımı bitirmeden Üsküdar Marmarayda mısınız dedi evet dedim şaşırdım da tabi. Dedi ki size eniştenin numarasını vericem onu arayın, aldım numarayı aradım enişteyi, dedim gece gece rahatsız ediyorum ama... O da hemen Üsküdar Marmarayda mısınız dedi, evet dedim. Ya herkes biliyor acaba ben mi bilmiyorum niye burdayız derken, neyse enişte geldi birazdan. Gelir gelmez sarıldı bana, ben başladım azarlamaya demans hastası bu adam niye tek başına salıyorsunuz dışarı. 3 yaşında birini salmakla aynı şey! Kim o oğlu da burada bekliyorum diyor amca
- Abi demans hastası, evet geçmişindeki hiçbir şeyi hatırlamıyor, doğru. Ama oğlu polisti. 3 yıl önce şehit oldu! Ve oğluyla son telefon görüşmesinde "BABA ÜSKÜDAR MARMARAYDA SENİ BEKLİYORUM" demişti... Her şeyi unuttu, onu unutmuyor, arada evden kaçıp buraya geliyor. Dizlerimin bağı çözüldü. Kaldım öylece, neyse onlar gitti kafamda cümleler dolaşıyor. 
Belki dedim oğlu gerçekten de oraya geliyor ama biz göremiyoruz. Sonra konu üzerinde daha sonra düşündüm. Demans hastalığı bizim de hastalığımız, toplum olarak geçmişimizi unuttuk sağa sola savruluyoruz nereye gittiğimizi bilmeden. Kim olduğumuzu unuttuk... Nereye gideceğimizi unuttuk...
Bural Gedek
Günün Sözü : " Demans hastalığı bizim de hastalığımız, toplum olarak geçmişimizi unuttuk sağa sola savruluyoruz nereye gittiğimizi bilmeden. Kim olduğumuzu unuttuk... Nereye gideceğimizi unuttuk..."



23 Nisan 2019 Salı

İNGİLİZCE ÖĞRETMENİM










        AYFER AYDIN ( Büyükokan) 


Merhaba Gönül Dostlarım,

Yakınları sağlık sorunu yaşayanlar bilir, hastane dostlukları vardır.
Hiç birbirini tanımayan insanlar birbirlerine bir şeyler yapmak için çabalar koridorlarda. Birinin umudu diğerine ışık olur.
Gitmeden önce son seremonidir belki de paylaşılanlar. Geleceği en çok merak edenler o koridorlarda yaşar, en çok rüyayı onlar görür, en çok kâbusu da


“Unutulmaz insanlar iz bırakanlardır, iz bırakırlar yaptıklarıyla! 

Unutulmaz insanlar farklıdır. Fark yaratır, söyledikleriyle, düşündükleriyle. Unutulmaz insan tarih gibidir. Tarihteki bir olay gibi. Yıllar geçer belki üzerinden, ama yine de unutulmazlar.


Bu yazımda sizlere işte o insanlardan birini tanıtmak istiyorum,

1967-1983 Yılları arasında Antalya Lisesinde okuyan ve ingilizce eğitimi alan Liseli tüm öğrencilerin yakından tanıdıkları çok değerli eğitimci çok sevgili hocamız  Ayfer Aydın namı değer ( Şeker Ayfer) bugünlerde   Antalya' da bir hastahanenin yoğun bakım ünitesinde hayat mücadelesi vermektedir. Sevgili hocamıza geçmiş olsun dileklerimizle acil şifalar diliyoruz. 
Öğretmenimizin bir an önce sağlığına kavuşması için Lütfen hep birlikte dua edelim...

İbrahim BİROL ( Bir aile Dostu)

AYFER AYDIN ( Büyükokan)

15/06/1941 yılında Antalya da dünyaya geldi. İlk Okulu Dumlupınar İlkokulu’ nda orta ve liseyi Antalya Lisesi’nde okudu .1962 yılında Gazi Eğitim Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği ‘nden mezun oldu. Müzik Öğretmenliği ikinci branşıdır. Çok iyi kanun ve piyano çalar .
1962 yılında ilk görev yeri Niğde Lisesi ‘sinde çalışmaya başlayan ingilizce öğretmenimiz 
1967 yılında Antalya ‘ya tayin olarak Antalya Lisesi’nde göreve başlar .1983 öğretim yılına kadar Antalya Lisesi’ nde çalıştıktan sonra Gazi Lisesi’ nde görevine başlayarak , 6 yıl bu okulda görev yaptıktan sonra ,1989 yılında emekli olmuştur. 2 oğlundan 2 kız ,2 erkek olmak üzere 4 torunu vardır.
Öğrencileri tarafından çok sevildiği için "Şeker  Ayfer " adıyla anılması , tüm fotoğraflarda gülen yüzünü ve gözlerini gördüğümüzde , öğrencilerinin ona yakıştırdığı bu adın  öğretmenimize çok yakıştığını düşündürtüyor . Şu anda yoğun bakımda olan öğretmenimiz ve aynı zamanda mezunumuz Ayfer Aydın ‘a şifalar diliyoruz.


Alıntı : Antalya Lisesi Mezunları Vakfı


Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta ve şapkaGörüntünün olası içeriği: 6 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar ve açık hava

Görüntünün olası içeriği: 14 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar ve açık hava


Günün Sözü :

insanların değerini bilmekle ilgili sözler ile ilgili görsel sonucu

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
23 Nisan 2019, Antalya-Turkey



19 Nisan 2019 Cuma

BERAT KANDİLİ






Merhaba Gönül Dostlarım,


Berat Kandili

 Müslümanların kutsal gecelerinden birisi olan ve Ramazan ayının habercisi niteliği taşıyan Berat Kandili  24 Şubat Cumartesi Günü ve akşamı tüm müslüman aleminde dua ve ibadetler ile idrak edilecek. 

BERAT NE DEMEK 

Müslüman aleminde Berat Kandili heyecanı yaşanıyor. Berat, Arapçada "temize çıkmak" anlamına gelmektedir. Mübarek üç aylardan Şaban Ayı'na 15. gününe denk gelen Berat Kandilinin fazileti nedir...

Berat Kandili aynı zamanda Rahmet Gecesi gibi adlarla da anılır. Kur' ân-ı Kerim'de, suçsuzluk, kurtuluş belgesi (Kamer, 54/43) ve müşriklerle her türlü ilişkiyi kesme, onlardan uzak durma (Tevbe, 9/1) anlamlarında iki yerde berâet kelimesi geçmektedir. Hadislerde ise genellikle, günahtan kurtulma, bir iş veya zümreden uzak durma anlamlarında kullanılmıştır.
Berat Gecesi İslam alemi için en hayırlı gecelerden biridir. Berat gecesinin fazileti amel defterinin yazılmasından ileri gelir. Peygamberimiz Hazreti Muhammed Berat Gecesinin fazilet ve önemini şöyle anlatmıştır;
-Bu yıl içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir.
-Bu yıl içinde öleceklerin isimleri, bu gece özel deftere yazılır.
-Bu gece herkesin rızkı tertip olunur.
-Bu gece herkesin amelleri Allahü teâlâya arz olunur.
.Borçlarımızdan, ceza ve günahlarımızdan kurtulmak için bu gece dua edelim.. Allah affeden ve bağışlayandır, unutmayalım.. Eller semaya kalkıp, yürekler bir atınca bu gece, gözler sevinç yaşlarıyla dolacak… Kandiliniz mübarek, dualarınız kabul olsun!
Alıntı

Bu gece beraat kandili.. Günahtan kurtuluş gecesi..  Varlığı ebedi olan, merhamet sahibi, adaletli Yüce Allah kendisine dua edenleri geri çevirmez.
Dualarımızın Rabbimizin yüce katına iletilmisine vesile olan bu mübarak kandil gecesinde dualarda buluşmak ümidiyle Kandilinizi kutlarım.

https://youtu.be/2RgqxwVfJcI
İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
19 Nisan 2019,  Antalya-Turkey

15 Nisan 2019 Pazartesi

BİR ZAMANLAR BEN ÇOCUKKEN







Merhaba Gönül Dostlarım,

Bu yazımda  çok kısa bir sürede olsa sizlere  biraz nostalji yaşatmak istedim.  Aşağıdaki yaşanmışlığı hatırlayanlarınız bilirler fakat ben yinede unuttuğumuz ve kaybolan eski değerlerimizi ve geçmişi sorgulamamıza yardımcı olabilecek farklı iki yazıyı sizlerle bir kez daha paylaşmak istedim...

Pazar günleri banyo günüydü 
Banyo taburesine oturmadan önce su döken nesiliz biz.
Annemizin sinirlenince kafamıza 'dannk' diye ses çıkartan taslarla yıkandık banyodan sonra havluya sarılıp sobanın yanına geçtik..
Saçlarımızdan düşen suları sobaya düşürür cısss sesini dinledik. En güzel mahalle maçlarını annemizin zamansız banyo yaptırmaları yüzünden kaçırdık .
Cumadan verilen ödevi pazar akşamı yapan nesiliz.
Aynı simidi 2-3 kişi yiyip aynı şişeden gazoz içtik. Arkadaşın bisküvisinden alınca içi yanan değil mutlu olan nesildik.
Anne terliğinin tadına doyumsuz bakmış, pazar banyosunu genelde leğende hacı şakir sabunu ve maşrabayı kafasına yiye yiye yıkanmış tertemiz çocuklardık.
Bizler kardan adam yapıp erimesin diye dua eden çocuklardık. Sokak oyunundan vazgeçemeyip, salça ekmek yiyip doyan çocuklardık.
Yere düşen ekmeği öpüp başımıza koyardık, tuvaleti geldiğinde annesi eve alır korkusuyla sokağa çiş yapan çocuklardık.
O günler çok çok güzeldi hele hele bugünlerle karşılaştırıldığında.


Alıntı
,
****
BEN ÇOCUKKEN


 Ben çocukken,.... Teneke bir kalem kutum vardı.... İlkokula yeni başlamıştım, sonra ikinci sınıfta tahta bir kalem kutusu aldı babam.

Ben çocukken, ...tahta bir çantam vardı.... O zamanlar deri çantayı herkes alamazdı... Sonraları deri çantalar yaygınlaştı... Ve benim de deri bir çantam oldu.... Çok fazla para yoktu.... Zaten olsa bile alabileceğin çok fazla şey yoktu....
İlkokulu bitirdiğimde bir bisikletim oldu..... Evlerde telefon yoktu. Telefon almak için insanlar yıllarca beklerlerdi. Ve telefon alıp satılan gelir getiren bir nesne idi. İnsanlar telefon alıp, sonra kar amacı ile satarlardı.

 Ben çocukken,... Renkli resim yoktu. Renkli televizyonu bırakın renksizi bile yoktu. Sonra ortaokula başladığım yıllarda televizyon ile tanıştım.... Ama tek bir kanal,... Haftanın belli günleri ve belli saatleri yayın başladı. Ve Türkiye televizyona kavuştu.


Ben çocukken,... Yollarda çok fazla araba yoktu. Olan arabaların bir çoğu taksiydi.... Ve Türkiye bir gün ilk Türk otomobili ‘’Anadol’’ ile tanıştı. Tabi herkes değil.....


Ben çocukken,... Türkiye'de dört parti vardı. Bunlardan biri adalet partisi, diğeri cumhuriyet halk partisiydi. Ve bir o,... Bir diğeri iktidara gelirdi.... Asla koalisyon olmazdı....


Ben çocukken,... Türkiye'de, milyarderler, trilyonerler yoktu....


Bir koç vardı.... Bir de sabancı....


Ben çocukken,....banka hortumlayanlar yoktu.... Çünkü dört beş banka vardı,.... Faizler ve faizcilik revaçta değildi. Bankerler ve bankerzedeler yoktu....  Likit fon yoktu.... Tasarruf bonosu vardı....


Peki ne vardı  ben çocukken,.... Arkadaşlık vardı,... Dostluk vardı....

İnsanların insanlara saygısı vardı.... Komşuluk vardı..... İki mahalle ötede oturan insanları bile tanırdınız.... Şimdi, üst katımızda kim oturuyor bilmiyoruz.... İnsanlar bir sorunları olduğunda birbirlerinin yardımına koşarlardı..... Kimse sokaklara çöp atmazdı.... Mahallede fakir biri varsa ona elimizden geldiğince yardım ederdik. Bir tencere yemek yapılmışsa o komşumuza da verirdik akşamları insanlar birbirlerine misafirliğe gider gelirlerdi....

İşte ben çocukken bunlar vardı.....

Ben çocukken insanlar küçük evlerde yaşarlardı,… fakat gönülleri büyüktü. İkramı ve ağırlamayı severlerdi.
Ben çocukken annelerimizin ve ninelerimizin başörtüsü vardı… fakat hiçbir zaman olay olmazdı.
Ben çocukken insanların kalbinde Allah korkusu vardı,… Kul hakkından çekinir birbirlerinin hakkını gasp etmekten korkarlardı. İnsanlar Allah’ ın adını boş yere ağızlarına almaz, Allah’ ın adını kullanarak kendilerine çıkar sağlamak için başkalarını aldatmazlardı…
Şimdi, renkli televizyonlarımız var... Bir sürü  kanalımız var.... Evlerimizde, hatta ceplerimizde telefonlarımız var.... Bir sürü siyasi partimiz var.....yollarda vızır vızır gezen son model arabalarımız var.... Trafik sıkışıklığımız var..... Banka hortumcularımız var... Ve parasının miktarını bile bilemeyen sayısız trilyonerimiz var.
Başörtüsünü tartışan insanlarımız var.
Ve düşünüyorum,.... Türkiye son yarım asır içinde ne kazandı ve ne kaybetti diye,.....
Medeniyet ilerledikçe, maddi olarak kazandık, manevi olarak kaybettik.

Kısacası, insanlığımızı kaybettik. 


ALLAH YAR VE YOLDAŞINIZ OLSUN.


 (Akın Örsmen 8.5.2005)


YOL GÖSTERİCİ


www.yolgosterici.com



(BU YAZIYI YAZARKEN AMACIM; HEM TÜRKİYE'DEKİ HIZLI DEĞİŞİMİ VE BU DEĞİŞİM İLE ÖDEDİĞİMİZ BEDELİ VURGULAMAK, HEM DE SİZLERE NOSTALJİ YAŞATARAK GEÇMİŞİNİZİ SORGULAMANIZI SAĞLAMAKTI.

EĞER İNSAN ZAMAN ZAMAN BUNU YAPABİLİRSE, HIZLA YAŞLANDIĞINI GÖRÜR VE BU ZAMAN SÜRECİ İÇİNDE KAZANDIKLARININ VE KAYBETTİKLERİNİN MUHAKEMESİNİ DAHA İYİ YAPABİLİR.


BU DA İNSANA SAHİP OLDUKLARININ DEĞERİNİ ANLAMA FIRSATI VERİR.)


https://youtu.be/uQ2Vrt-R9-A


Günün Sözü :

GEÇMİŞİ HATIRLAMAK İLE İLGİLİ SÖZLER ile ilgili görsel sonucu












İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
16 Nisan 2019, Antalya- Turkey













11 Nisan 2019 Perşembe

DUYARSIZ TOPLUMLAR




TOPLUMLA İLGİLİ RESİM ile ilgili görsel sonucu


Merhaba Gönül Dostlarım,

Dünkü " Ceneviz Sendromu" başlıklı yazımda yıllar evvel halkın duyarsızlığı neticesinde bir insan hayatının sona erdirilmiş  olması söz konusu..

"1964 yılında gerçekleşen “Kitty Genovese” cinayetinden yola çıkılarak ortaya konan ve “Seyirci Etkisi” olarak anılan bu durumun tam olarak tahlilini yapmak zor, ancak bir fenomen olarak hayatımızda yer aldığı da bir gerçek…
Catherine “Kitty” Genovese, 13 Mart 1964'te Queens, New York'daki Kew Gardens bölümünde evinin yakınında bıçaklanarak öldürüldü."
Polis olay yerine gelir ancak resmi ihbar olaydan tam bir saat sonra yapıldığından geç gelmiştir, çevreyi inceler.
Kadının öldürüldüğü bölgede olayı kimsenin duymaması imkansızdır.

Çevre evleri incelediklerinde olayı 37 mahalle sakininin gördüğünü hatta bir kısmının sonuna kadar pencereden izlediğini ancak hiç biri ne olaya müdahale etmiş ne de polis çağırmıştır.
Çevre halkının olaya karşı duyarsız kalmasına net bir örnek...
Prof. Dr. Levent Seçer' in aşağıdaki kısa yazısından bir alıntının devamında  
Toplumun Duyarsızlığını şöyle tanımlıyor.

Bugün ne yazık ki kitap ve gazete okumayan bir toplum haline geldik, bakar kör haline gelen bir toplum olduk.
Atatürk’ün akıl ve bilimi eğitimi çağdaşlığı miras olarak bıraktığı bir toplum, nasıl olur da gözlerinin önünde söylenen onca yalanlara yaşananlara inanır bunu görmezden gelir.
80 milyonluk bir ülkede 5,6 milyon insanın kitap ve gazete okuduğunu düşünmek, okumayan insanı ilkokul mezunuyla eşdeğer görmek o toplumun bakar kör olması değil mi?
Sadece bakan ama görmeyen duyarsız mazohist bir toplum olmak, buna örnek ”’bana dokunmayan yılan bin yaşasın” işte tüm akılsızlığın körlüğün resmi. Kör toplum körletilmiş toplum yaşananları görmemesi duymaması için en kolay yolun uyumaktan uyutulmaktan geçtiğine inanır oldu artık.

Kör ve duyarsız bir toplum!..

Ümit Zileli' nin bir yazısının devamında..
Lise edebiyat kitaplarının birinde hiç unutmadığım, beynime adeta nakşedilmiş bir yazı vardı: 
-Bakmak ve Görmek! Çok etkilenmiştim. O güne dek bilmediğim, ayırt edemediğim yaşamsal bir farkı açıklıyor, bakmanın görmek demek olmadığını anlatıyordu!.. Uzun yıllar sonra konuşmacı olarak katıldığım bir panelde Türk halkının duyarsızlığı, unutkanlığı ve kolay idare edilebilirliğinden söz ederken özellikle bir cümlenin altını çizmiş, kuvvetle vurgulanmıştım; -Biz bakar kör bir toplumuz!..Bir toplum nasıl olur da körleşir?.. Nasıl olur da gözlerinin önünde söylenen yalanları, yapılan alçaklıkları, ihanetleri, işlenen cinayetleri göremez?.. Çok basit; eğer 80 milyonluk bir ülkede ortalama 3.5-4 milyon gazete o da okuyucuya rüşvet vererek satılıyorsa, halkın yalnızca % 6.3'ü kitap okuyorsa, “ okumuş insan” oranı ilkokul mezuniyetiyle eşdeğer tutuluyorsa o toplum bakar ama göremez!-Acı ama gerçek!

O yılan sonunda mutlaka dokunur!

Böylesine körleşmiş bir toplum, doğası gereği duyarsızdır…

Sonunda mutlaka ama mutlaka sonsuz acılar çekeceği olaylara bile büyük bir vurdumduymazlıkla bakar. Sadece bakar, göremez!.. Bu tür mazohist toplumlar, kendilerini daha rahat kandırabilmek için atasözleri, deyimler bile icat ederler. Örnek mi? Bol miktarda ne yazık ki;

– Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!– Pişmiş aşım, ağrısız başım!– Gelen ağam, giden paşam!
Ama o bin yaşayan yılan eninde sonunda dokunur!.. Dokunmakla da kalmaz ezer, yok eder, köleleştirir!.. Ortada ne pişmiş aş ne ağrısız baş kalır. Gelen ağanın da, giden paşanın da bu anlamda hiçbir farkı yoktur. Duyarsız ve kör bir toplumda düşüncelerin iğdiş edilmesi, Milliyetçilik adına, Tanrı adına insanların acımasızca sömürülmesi vakayı adiyedendir!.. Ne yazık ki toplumun büyük bölümü bu durumun farkında bile değildir. Farkında olanların büyük bölümü ise sinmiş ya da satın alınmıştır. Geriye kalanlar da zaten bu sistemi sürdürenlerdir!..
-Dehşet verici ama gerçek!.. 
Nasıl yaşayacağına halk karar verecek!..
Okumayan, körleşmiş ve duyarsız toplumlar aynı zamanda korkak ve unutkandır!…
Bir kısır döngüdür bu. Okumayan, araştırmayan, hakkını aramayan toplumlar körleşir. Körleşen toplumlar duyarsızdır. Duyarsız toplumlar ise korkaklık ve unutkanlığı bir yaşam biçimi olarak benimser.
Böyle bir toplumda alın teri ve emek alıklık, onur ve erdem modası geçmiş, içi boş kavramlar olarak algılanır!.. Önemli olan, moda olan en çabuk şekilde köşeyi dönmek, yükselen değerlere ve Yeni Dünya Düzeni'ne adapte olmaktır. Bu düzenin satılık kalemşorlarının görevi, işte bu aşağılık sistemi bıkmadan usanmadan halka dayatmaktır.
Uyanık, ne istediğini bilen, çağdaş toplumlarda yatacak yeri bile olmayan bu güruh, ne yazık ki körleşmiş duyarsız ve korkak toplumlarda kuruldukları köşelerde halkı zehirleme görevini başarıyla sürdürürler. Çünkü efendilerin köleleri eğitmek ve olası başkaldırıları engellemek için ruhu satın alınmış uşaklara ihtiyacı vardır!..
Peki, Türk halkı böyle bir yaşama lâyık mı? Yanıtı yine Türk halkı verecek. Vermek zorunda. Seçmek zorunda. Çünkü;
-Her halk layık olduğu biçimde yönetilir!
Zaman gelir geçer, yazı kalır… Yazıldığı zamanın bir tür tutanağı olarak tarihe mal olur…
Ancak kör ve duyarsız toplumlarda yazı eskimez, hep aynı acımasızlığı, korkuyu, baskıyı, ezilmişliği, zalimi, zulmü, üzerine ölü toprağı serilmiş insanı döne döne anlatır durur!.. Karanlığın egemen olduğu toplumlarda 20, 30 yıl öncesinin yazısı bile aynı zamanda bugünü
 anlatır!..                                                       Yapanların, yaptıkları yanlarına kâr kaldıkça, kötülükler unutuldukça, zalimler kutsandıkça aynı yazı, yalnızca tarihler ve isimler değiştirilerek 50 yıl sonra bile yazılsa taze ve diri kalacaktır!..
-O halk ise sinmişliğin, acının, matemin döngüsünde biteviye dönüp duracaktır!..
Günün Sözü : ” Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak için önce nabzına bakarsınız, ama asıl önemlisi onuru, eğer buna sahipse o insan yaşıyor demektir”. CHE GUEVARA 

İbrahim Birol,  http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
11 Nisan 2019, Antalya- Turkey