13 Eylül 2020 Pazar

PAZAR SOHBETLERİ (10)



                                                                                                                                       

Merhaba Gönül Dostlarım,


Bir Pazar sabahında herkese günaydın, sohbetimize  başlamadan önce son günlerde yazılarımı takip eden ve ziyaretçi sayılarını bir günde ikiyüz gibi rakamlara ulaştıran Japonya' daki Gönül Dostlarıma  buradan kucak dolusu selam, sevgi ve şükranlarımı yollamak istiyorum. Gelecek yazılarımda büyük bir hayranlık duyduğum Japonya' yı ve Japon halkını ve kültürünü tanıtan yazılara her zaman yer vermekten sonsuz mutluluk duyacağımı ifade etmek isterim.

Bugünkü Pazar Sohbetimizde yaşları altmış ve üzeri olan okuyucularıma 60' lı, 70' li  yıllardaki anılarını tazeleyecek ve unuttuklarını tekrar hatırlayacağını umduğum ve  hatta yaşları genç olan nesillere de bilgi kaynağı olabilecek nostaljik bir yazıyı sizlerle paylaşacağım.

'şunu merak ediyorum; zihnimizdeki tüm o kokular, şarkılar, resimler.. onlar da yok olacak mı? yani, gideceğimiz yer her neresi ise artık, zihnimizin içindeki kaset silinecek mi? eğer öyle olursa, bizden geriye bir şey kalmaz, değil mi?'


En iyi dileklerimle. Esen kalın... 
~ İbrahim Birol ~

****

 Bir Zamanlar

Develer tellal, pireler berber iken, Samsun cigarasının içinden odun çıktığı günlerde… İstanbul’la Ankara arasında alo diyebilmek için santrala yazdırıp altı saat beklediğimiz, cep telefonunun sadece Kaptan Kirk tarafından kullanıldığı, sokaklarda ayı oynatıldığı, kalantorların Murat 124’e bindiği, Anadol’ un inekler tarafından yenildiğine inanılan, salça sürülmüş ekmek dilimi dönemlerinde…
Mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, tencere kalaylattığımız, arap sabunu kokulu zamanlarda…
Avaramu’ yu ezberleyen kızlar Raj Kapoor’a hastayken, Ömer henüz turist bile değilken, Vahi Öz’ e güldüğümüz, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz, kötü kalpli üvey anne yanında çileler çektiği, n’ayır n’olamazlı yıllarda…

Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediğimiz, Cem Karaca’ nın İzmir fuarını zangır zangır salladığı, Özay Gönlüm’ün yaren’ini tıngırdattığı, yerli Elvis Erol Büyükburç’ la kalipso kralı Metin Ersoy’ un gazinoları inim inim inlettiği, Cemal Kamacı’ nın kroşe patlattığı, Metin Oktay’ ın ağları deldiği, Neil Armstrong ay’ a falan ayak basmadı, hepsi Hollywood tezgâhı diye iddiaya girilen, kasetleri acayip kapışılan Arif Susam’ın oo-ooo Recep bey de burdaymış diyerek intizarı çaldığı günlerde, Ümit Besen’ in masasının ayağı kırık, pantolonların paçası bol, Kastelli bankerken…

Muavinli dolmuşçuların Orhancı-Ferdici diye birbirini solladığı arabeskli sabahların, Barış Manço’ nun lambaya püf dediği elektrik kesintili akşamlarında, mum ışığının gölgesinde parmaklarımızı eğip bükerek duvarda tavşan yaptığımız, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Killing okuduğumuz, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda arkası yarın’ lara kulak kesildiğimiz, ki, uyarlayan Çetin Köroğlu, efekt Ertuğrul İmer’ dir,

Ayıptır söylemesi Arzu Okay’ ın rüyalarımıza girdiği, Martin Luther King yaşarken, Sadun Boro’ nun kısmet’ iyle dünya turuna çıkmasına heyecanlanıp, Avanak Avni’ yle tanıştığımız, Zübük’ ün kaleme alındığı, sutyen’in bile nerdeyse porno kabul edildiği, Halikarnas Balıkçısı’ nın Bodrumlu süngerci zannedildiği, otomobillerin arkasına bugün bile hâlâ ne manaya geldiğini bilmediğim STP’ lerin yapıştırıldığı, şehirlerarası otobüslerde sigara içildiği, damalı taksiler çağında…

Keban bile yokken, İbrahim Tatlıses demirciyken, nüfus 40 milyon, Hababam öğrencileri ilkokuldayken, trışkadan tayyare MTA Sismik-1 Hora’ nın uzay mekiği muamelesi gördüğü teknoloji fukaralığında…
Turnike atmayı Beyaz Gölge’den öğrendiğimiz, Doktor Richard Kimble babamızın oğluymuş gibi, şerefsiz Falconetti’ ye küfürler ettiğimiz, polisimizi Komiser Colombo, hukukumuzu Avukat Petroçelli’ den ibaret sandığımız, kapı gibi adam Mc Millan’ın aids’ten ölene kadar eşcinsel olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarında…
Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde, Isaura’ nın neden köle olduğunu anlayamadığımız, yamuğunu gördüğümüz arkadaşlarımıza 'n’aber lan Ceyar' diye seslendiğimiz, saat kurup, sabahın kör karanlığında kalkarak, uykulu gözlerle Muhammed Ali’ nin maçını seyrettiğimiz, onunla birlikte kelebek gibi uçup arı gibi soktuğumuz masum tiryakiliklerde…
İstanbul’da basılan gazetelerin ülkeye ertesi gün ulaşabildiği, sadece TRT’ nin var olduğu, haberleri Jülide Gülizar’ ın Zafer Cilasun’un okuduğu, bizim ahali akıl edemez diye düşündüklerinden olsa gerek, 'televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız' diye uyarı yazısı koydukları, necefli maşrapa zavallılığında…
Çamaşır makineleri merdaneli, Haile Selasiye Habeşistan imparatoruyken…
Ve, dönüp bakıyoruz geriye…
Wi-fi’ larımız, iPad’ lerimiz, akıllı telefonlarımız, çanak antenlerimiz yoktu ama, daha mutluyduk galiba...
(alıntı)

https://youtu.be/BL73hPXReD8

https://youtu.be/ATuga7XwZFI

Günün Sözü : " Bazen hayat seni bulunduğun yerden alıp başka bir yere koyar. Ve der ki;
" Buradan devam et"


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder