18 Ekim 2019 Cuma

HER HİKAYE BİR ŞEMSPAREDİR






























Kitap


Merhaba Gönül Dostlarım,

Yazımızdan önce, Barış Pınarı Harekatı’na katılan tüm Mehmetçiklerimize şükranlarımızı sunarken, şehitlerimize Allah’tan rahmet Gazilerimize acil şifalar dileklerimizi iletirim.


Şemspare... Gönülden yazılmış her roman,
    her hikâye, her kelime
    bir şemsparedir…
    Güneş parçası…
    Düşer omuzlarımıza,
    kar tanesi gibi usulca,
    yağmur gibi yıkar ruhumuzu, 

    arındırır tozdan kirden, tekdüzeliklerden…
İnsan vardır, yüzü güler, gönlü cömert, ufku geniş; onunla oturdukça oturmak istersiniz; muhabbetinden keyf ve feyiz alır, ilham bulur, farkında bile olmadan ne çok şey öğrenirsiniz.
Yanından kalktığınızda az buçuk değişmiş, zenginleşmiş olarak yolunuza gidersiniz. Hafiflemiş olarak, rüzgârda tüy gibi. İçinizde bir gonca gül açılır, katmer katmer renklenir.
Elinizde olmadan hayata gülümsersiniz. Yine görmek istersiniz o kişiyi, ilk fırsatta yeniden buluşmak.Sohbetine doyamaz, ruhunun dibini bulamazsınız, öylesine derin. Bir saklı cevherdir, ilk bakışta belli olmayan.
Uçsuz bucaksız bir denizdir kıyılarına varılmayan.
O kadar azdır ki böyleleri, bulunca ömür boyu dostluğunun ipini bırakmak istemez, kıymetini bilirsiniz; güzelliği arayan bir mürit gibi, muhabbete susamış bir münzevi gibi, ateşe meyyal pervane gibi etrafında incecik çemberler çizersiniz.

Dostlukla, hayranlıkla..
Gurbet
Bir türlü kelimenin karşılığına denk gelemezsin Batı dil­lerinde. Uzun yıllardır göç veren, insanlarını ya ekonomik, ya politik, ya dinsel, ya duygusal sebeplerle uzaklara gönderen, sürgünlere yollayan, yokluğuna mahkûm eden toplumlarda bulursun ancak “gurbet” kelimesini. Göç almaya alışkın, ge­lişmiş ve müreffeh Batı toplumlarının sözlüklerinde yoktur böyle bir tını… Ne de böyle bir hüzün, böyle bir diken gramer­lerinde.
Gurbet görünmez bir kıymıktır çünkü, batar etine; derinin altında, parmağının ucunda sıkışmış kalmıştır, yaşar seninle. Çıkarmaya kalksan çıkaramazsın, göstermek istesen onu da yapamazsın. Etin kemiğindir artık, bedeninden bir parça. Ay­rılmaz bir uzvundur, ne kadar yabancı, ayrıksı olsa da.
Tam yirmi yedi senedir gurbette yaşayan bir Türk aileyle tanıştım. Kapılarını açtılar, yüreklerinin perdesini araladılar. Onlar anlattı, ben dinledim. Fotoğraflara baktık Uzun uzun. Artık üretilmeyen kartpostallar, nicedir hayatta olmayan ak­rabalar, bir gölgeden ibaret anılar, binlerce kez anlatılmış askerlik hatıraları, darbe sonrası memleketimden insan man­zaraları…
Torunlar bizimle oturdu, çaktırmadan tebessüm ettiler duygusallığımıza. İngilizceyi su gibi, Türkçeyi aksanlı ve kı­rık dökük konuşan, anadillerinde hiç kitap okumayan, Türki­ye’ ye dair kallavi ve sabit fikirleri olan gençler… Türk asıllı İngilizler. Dışarıda çayı porselen fincanda ve sütlü, evde ise muhakkak demli ve ince belli cam bardaklarda içenler.
“Bir gün döneriz” diyor babaları, sonra kaşlarıyla en genç oğlunu işaret ediyor: “Ama bunlar dönmez. Yazları gidince bi­le yadırgıyorlar.”
Köşede oturan yaşlı dede inceliyor beni, konuşmuyor. Kulaklarının iyi işitmediğini, aklının ise bir gelip bir gittiğini söylüyorlar. İlk başlarda ne vakit söz alsam ona da sesleniyorum ama çok geçmeden ben de diğerleri gibi kanıksıyorum onun var ile yok arası sessiz tanıklığını. Bir tuhaf eşya gibi kenarda duruyor. Ben de görmez oluyorum. Çaylar, börekler ve kenarından tırtıkladığım incir tatlısının ardından ayrılmak üzereyken aniden arkamdan birisi sesleniyor. Dönüp ba­kıyorum ki dede. Yanına gidiyoruz, sesi boğuk bir hırıltı gibi çıkıyor.
Rahatsız ettim endişesiyle birkaç kelime geveliyorum. Aile­nin gelini imdada yetişiyor. Yazar olduğumu söylüyor. “Edebi­yatçı kısmı böyle meraklı olur” dercesine. Ama yaşlı adam ik­na olmuşa benzemiyor, gözleri üzerimde; hatta hafif sinirleni­yor bize, ne dediğini anlamadık diye. Tekrar ediyor. Ancak o zaman anlıyorum deminden beri ne dediğini: “Bana niye sor­madın?”
Bana niye sormadın hikâyemi? Onlara sordun da bana ni­ye anlattırmadın? Çantamı bırakıp yanına oturuyorum. Ona soruyorum bu sefer seneler evvel buralara nasıl geldiğini. Başlıyor anlatmaya. Söylediklerinden bir şey anlaşılmıyor, sesi bozuk bir gramofondan yükselen eski bir türkü gibi tanı­dık, inip çıkıyor. Dinliyorum. Ne anladığımın, hatta ne konu­şulduğunun bile önemi yok. Önemli olan onun anlatıyor ol­ması. Ayrılırken bir cümleyi yakalayıveriyorum.
Dişsiz ağzın­dan topladığım birkaç hece düşüyor önüme. îpi kopmuş tes­pih taneleri gibi.
“Taş yerinde ağırdır” diyor gülümseyerek. “Bizim bir ağır­lığımız kalmadı bu dünyada.”
Sessizce çıkıyorum oradan. Kapanıyor kapı ardımdan.
Bir gurbet sahnesidir tanık olduğum; avuçlarımda, saçla­rımda kelimeler…

Elif Şafak
ELİF ŞAFAK / ŞEMSPARE

Günün Sözü:Oysa insan gittiği her yerde kendinden bir parça arar, bulursa sıla olur. Bulamazsa gurbet... "

gurbet ile ilgili sözler ile ilgili görsel sonucu
 
 18 Ekim 2019, Antalya-Turkey



                                                                                      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder