8 Aralık 2019 Pazar

HUZURLU VE MUTLU OLABİLMEK




huzur ve mutluluk ile ilgili görsel sonucu

Merhaba Gönül Dostlarım,

Bundan önceki yazımda Mutluluğun anlamını sizlerle paylaşmış ve ' Mutlu olmak çoğu zaman beklentiler ile ilgilidir. Her insan mutluluğu kendi ölçütleriyle belirler. “Mutlu oldum” demedikçe kimsenin mutlu olmaması bunun kanıtıdır. Yine, siz mutluyum dediğiniz sürece kimse mutluluğunuzu alamaz. Mutluluk kişiseldir ve çoğunlukla hayattan beklentiler ile ilgilidir.' diye yazmıştım.
İsterseniz bu yazımızda  Huzur ve Mutluluğun neden aynı şeyler olmadığını anlamaya çalışalım bunun için her ikisininde biraz daha fazla açılımına bakalım.

Huzur Ve Mutluluk Hikayesi

Aşkın ve sevginin ayrı anlamlar ifade ettiği gibi, huzur ve mutluluk da ayrı 
şeylerdir.  Huzur; sükûnet, ağız tadı gibi yaşamın aranan birer gerçeği olan 
kavramlarla ifade edilebilirken, mutluluk ondan çok daha farklıdır.. 
Huzur da mutluluk da hiçbir zaman bir diğeri için garanti vermez insana.
Küçük şeylerle mutlu olabildiğini söyleyen insanların yasadığı,mutluluktan ziyade bir 
iç huzurudur.
Gerçek mutluluk; genelde acının kol gezdiği, çilenin, ıstırabın, kederin 
ve hasretin en uç noktalarda yaşandığı ilişkilerin bir getirisidir. Kolay elde edilemez o... 
Bedeli ağırdır. Ve her beden, her yürek bu yükü kaldıramaz. Önce, azla yetinmemeyi 
sonra gizemli ve tehlike dolu bilinmezlere doğru yelken açacak cesareti üzerinde 
barındırmayı gerektirir. Bir çok şeyde olduğu gibi, istemekle başlayan bu süreç, 
insanin, insan olduğunun farkına varmasıyla gelişme kaydeder. Anlayabilme ya da 
kavrayabilme kapasitesince anlamlar yüklenir, eşyalara, mekanlara ve olaylara...
Mevla’ nın kuluna lütfu denilebilecek bir yazgıyla, kişi karşısına çıkarılan ruh eşi ile 
tanışır. Yüreği kıpır kıpırdır artık o insanın. Anlayabilme ya da kavrayabilme kapasitesince 
anlamlar yüklenir, eşyalara, mekanlara ve olaylara... Ve her şeye bir kutsaliyet kazandırılır. 
Birlikte dinlenilen bir şarkı, beraber yenen ilk yemek, sonraki günlerin detaylarını belirlediği 
gibi, ölümsüz aşkların, ömür boyu unutulmayan film karelerini de oluşturur. Nedensiz ve 
niçinsiz bir dünyadır bu hayat tarzı.
Seven, sadece sever...  şüphesiz, her şeye rağmen sever...
Bir müddet sonra birinin çektiği acıyı diğeri de hissetmeye başlar. O kederliyse diğeri de 
kederlenir. Kederle birlikte neşede paylaşılır. Ve kimin teselliye ihtiyacı varsa, onu diğerinde
 arar... Aradığını bulamadığı zamanlarda çoktur. “Beni neden anlamıyor?”; sorusu sık sık 
gündeme gelir... Sonrasında seven, görevinin, kendisini değil, sevdiğini mutlu etmek 
olduğunun farkına varır.
Öyle içten davranışlar sergilemeye başlar ki seven insan, beklemedik anda, beklemedik 
yerde olmalar, umulmayan zamanlarda aramalar... İlgilisinin dahi hatırlayamadığı özel 
günleri hatırlama ve özel bir şeyler yapma çabası alır başını gider.
Lakin sevdiğinden ya azar işitir böyle zamanlarda, ya da aman sende, tarzında ilgisizlik 
görür. Bu kez kendine kahretmeye başlar. Damarlarının ve kaslarının sinirden kaskatı 
kesildiği günler yaşar. Sara nöbetlerinden daha beter nöbetler bekler aşığın yüreğini. 
Bağırmak istese sesi çıkmaz, ağlamak istediğinde ağlayamaz... “Ben neyi yanlış 
yapıyorum?”sorusu, bazı şeylerin mesafe alabilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu 
öğrenmesine vesile olur. Olduğu gibi kabullenmekten ve sabretmekten başka çaresi 
olmadığını görür. Bir müddet sonra , çok alakadar olduğu, her şeyini düşündüğü kişinin 
kendisinden uzaklaşma arzusuyla karsılaşır. Ve anlar ki, sevdiğini mutlu etmeye tek 
başına bir sevgi de yetmemektedir.
Bu kez sevginin önüne “saygı’ yı da koyması gerektiğini kavrar. O’ na, fikirlerine, yaşam 
tarzına, kılık-kıyafetine ve her şeyine saygı...Sevgi de olduğu gibi, hesapsız kitapsız bir 
saygı olmalıdır bu...Bazen de kıskançlık duyguları kabarır seven insanda. Sevdiğini bütün 
insanlardan kıskanır. 
Ve bu kıskançlığı elinde olmayacak şekilde dışa vurmaya başlar. Sevilen öyle olmadığını 
anlatmak ister ama, nasıl ifade edeceğini bilemez ve seveni kendi kafasında kurduklarıyla 
baş başa bırakır...
Bu aşamada devreye giren düşünme dönemiyle birlikte seven, sevgi ve saygısının yanına 
bir de “güven” duygusunu yerleştirmesi gerektiğinin farkına varır. Güven... En azından 
kendisine güvenilmesi gerektiği kadar güven... Sevginin emek verenin olduğu ortaya çıkar 
bir müddet sonra... Sahiplenme duygusu yerini hak teslimine bırakır. Kimsenin diğerine 
muhtaç ya da mahkum olmadığı bir anlayış hakim olur ilişkiye. Anlaşmak için konuşmaya 
bile gerek kalmaz. Telefondaki ses bile verir insani ele. Ne dert gizlenebilir. Ne neşe sakla
nabilir.
Her şey ama her şey paylaşılır. Gözler karşı karşıya geldiğinde ise sevgi pompalar 
yüreklere... Koşulsuz sevgi, sınırsız sabır, sonsuz saygı ve sonuna dek güven 
mefhumlarının olgunlaştırdığı ilişki de, karşılıklı iki insanin tüm inanç ve değerleri 
birbirlerini beslemeye başlar. Tek beden ve tek ruhta bütünleşmeye doğru yol alırlar. 
Bir elmanın iki yarısı gibidirler. Ne birisi bir adım önde, ne diğeri bir adım geridedir.Hep eşit,
hep yan yana, can cana...
Mutluluk; karşılık beklemeden yapılan iyilik gibidir. Sevilenin, sahip olunsun olunmasın, 
her şart altında mutluluğunu isteme ve o yönde çaba sarf etmektir. Mutluluk; Ateştir.. 
Kahırdır... Azaptır...Istıraptır.. Çiledir... Belki de ömür boyu sürecek bir hasrettir..
mutluluk zordur. Ve ancak zora talip olanlar mutlu olmak hakkına sahiptirler...
Kısacası hayat, ruhumuzun karşılıklı iki çizgileri arasında uyum yakaladığımız ölçüde 
güzel. Hayat bir sarkaç gibi zıtlıklar arasında ahenkle dolaştıkça keyifli. Ve sanırım en 
önemli nokta, her biri farklı bir nota hükmünde olan özelliklerimiz ile güzel bir melodi 
çalabilmek. Ve göçerken dünya denen bu kubbeden, çaldığımız melodilerle geride baki 
kalacak hoş bir seda bıraka bilmek.
Kaynak : Farklı alıntı yazılardan derlemedir.

https://youtu.be/nljhNNat0jw

 Günün özü : "Boş verdiğin kadar huzurlu, takmadığın kadar mutlusun."


8 Aralık  2019, Antalya-Turkey




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder