Merhaba Değerli Dostlar,
Bugünkü " Bunları Biliyor muydunuz? " yazı dizimizde Türk Sinema Tarihine adını yaldızlı olarak üst sıralara yazdıran bir başka güzel kadın sinema sanatçımız Hülya Koçyiğit' in kişiliğinden, bilinmeyenlerinden, oyunculuk kariyerinden, özel hayatı ve çevresindeki kişilerden bahsedeceğim.
Dünkü yazımla Kadın sinema sanatçılarımız ile başlattığımız yazımızın devamında, Erkek ünlülerimizin bilinmeyenleriyle ilgili paylaşımlarımız olacak. Umarım zevkle okuyabileceğiniz bir yazı dizisi olur.
Kendinizi Sevin Ve Mutlu Olun...En iyi dileklerimle. Esen kalın.
Bugünkü " Bunları Biliyor muydunuz? " yazı dizimizde Türk Sinema Tarihine adını yaldızlı olarak üst sıralara yazdıran bir başka güzel kadın sinema sanatçımız Hülya Koçyiğit' in kişiliğinden, bilinmeyenlerinden, oyunculuk kariyerinden, özel hayatı ve çevresindeki kişilerden bahsedeceğim.
Dünkü yazımla Kadın sinema sanatçılarımız ile başlattığımız yazımızın devamında, Erkek ünlülerimizin bilinmeyenleriyle ilgili paylaşımlarımız olacak. Umarım zevkle okuyabileceğiniz bir yazı dizisi olur.
Kendinizi Sevin Ve Mutlu Olun...En iyi dileklerimle. Esen kalın.
Hülya Koçyiğit’in Anneannesinin Hayatı Müthiş Bir Melodram Olabilir
Türkan Şoray’ın oynamayı kabul etmediği “Susuz Yaz” la (yönetmen: Metin Erksan) 1964’ te bir anda dünya çapında tanınan Hülya Koçyiğit’in anneannesinin hayatı gerçekten müthiş bir melodram filmi olabilecek ayrıntılarla dolu.
Hülya Koçyiğit’in anneannesi Müjgan Hanımın gerçekten çok sarsıcı bir yaşam öyküsü var…
Hülya Koçyiğit anneannesini Dünya Gazetesi’ nden Feyzan Ersinan Top’un “Hülya Koçyiğit: Film Gibi Yaşadım” kitabında özetle şöyle anlatmıştı:
Hülya Koçyiğit: “Anneannem filozof bir kadındı ve çok büyük acılardan geçmiş biriydi. İnşallah bir gün anneannemin yaşadığı bu çileyi film yapacağım. En büyük dileğim bu.”
Soru: “Nasıl acılar bunlar?”
Hülya Koçyiğit: “Anneannem küçük (bebek) yaşta ailesince terk ediliyor. Daha bir buçuk yaşındayken… (O dönemde) Ablası da üç yaşında. Her ikisi de daha bebek olduklarından anneleri nerede anlamıyorlar.(…) Günler geçiyor iki küçük çocuk köydeki evde aç susuz yaşıyor. O sırada anneannemin ablası belki hastalanıyor belki aç kalıyor ve ölüyor. Tabii anneannem bir buçuk yaşında olduğundan ablasının öldüğünü anlamıyor. Onu bebek gibi yedirmeye çalışıyor, çekiştiriyor, oyun oynuyor onunla. Nihayet köylüler bir gün kapıyı kırıp anneannemi ve ölmüş ablasını buluyorlar. Ablasını toprağa veriyor, anneannemi de evlatlık veriyorlar. Bir süre sonra anneannem onu evlât edinen memur aileyle birlikte yaşadığı köyden İstanbul'a geliyor (…)
Anneannem 17 yaşına geldiğinde İstanbul’da bir köşkten “Kızınıza talibiz” diye onu istiyorlar. Görücü usulüyle anneanneme talip oluyorlar; ama talip olan adam zaten evli. Köşke anneannemi kuma olarak istiyorlar. Anneannemi evlât edinip büyüten aile anneannemi kuma olsun diye köşke yolluyor. Köşkün zengin sahibi anneannemi hamile bırakıyor ve bir çocukları dünyaya geliyor. Meğer evin hanımının çocuğu olmuyormuş. Anneannemi de evin beyine çocuk doğursun diye kuma olarak köşke almışlar. Çocuk dünyaya geldikten sonra çocuğa el koyup anneannemi sokağa atıyor ve “Çocuk senin değil, bizim. Artık seni de tanımıyoruz!” diyorlar. Anneannem günlerce köşkün önünde yatıp kalkıyor. Köşkte yaşayan aile Jandarmaya haber verip anneannemi evinin önünden attırıyor. Akıl sağlığı bozuktur iddiasıyla da bir süre de hasta haneye yatırıyorlar. Anneannem on beş yaşında sokakta kalıyor ve bir eve çalışmaya giriyor. Bu evin temizlik işini yaptığı bir gün, yeni çalıştığı konağın çok kadınlı bir ailede büyüyen çok çapkın beyi de anneanneme sahip oluyor. Anneannem bu adama (sonradan dedem olacak adama) “Benimle evlenmek zorundasın” diyor. Önceden başına gelen olayları da bu adama anlatıyor ve bu kez adam hem bekâr, hem insaflı çıkıyor ve anneannemle evlenmeyi kabul ediyor…
Dedemin hayatında kadınlar, kızlar, alemler hep olmuş. Gözü daima dışarıdaki kadınlardaymış. Anneannem resmi nikâhlı eşiydi dedemin ama dediğim gibi anneannemin kocası yoktu. Çünkü deyim yerindeyse dedem evin yolunu bilmezdi. Dedem anneme gelip, birlikte olduğu, anneannemi aldattığı kadınların fotoğraflarını küçük kızına göstererek “Nasılsın Melek? Bak bu fotoğraftaki ablayı beğendin mi? Annen olsun mu bu abla?” dermiş…
Dedem gerçek adı Zerbap olan anneanneme adını değiştirerek Müjgan adını da vermiş.
Annem bilmediği bir yerlerde yaşayan bir kardeşi olduğunu biliyordu; ancak onu hiçbir zaman bulamadı / bulamadık, hiçbir zaman bir araya gelemedik teyzemle.”
Hülya Koçyiğit’in anneannesi Müjgan Hanımın gerçekten çok sarsıcı bir yaşam öyküsü var…
Hülya Koçyiğit anneannesini Dünya Gazetesi’ nden Feyzan Ersinan Top’un “Hülya Koçyiğit: Film Gibi Yaşadım” kitabında özetle şöyle anlatmıştı:
Hülya Koçyiğit: “Anneannem filozof bir kadındı ve çok büyük acılardan geçmiş biriydi. İnşallah bir gün anneannemin yaşadığı bu çileyi film yapacağım. En büyük dileğim bu.”
Soru: “Nasıl acılar bunlar?”
Hülya Koçyiğit: “Anneannem küçük (bebek) yaşta ailesince terk ediliyor. Daha bir buçuk yaşındayken… (O dönemde) Ablası da üç yaşında. Her ikisi de daha bebek olduklarından anneleri nerede anlamıyorlar.(…) Günler geçiyor iki küçük çocuk köydeki evde aç susuz yaşıyor. O sırada anneannemin ablası belki hastalanıyor belki aç kalıyor ve ölüyor. Tabii anneannem bir buçuk yaşında olduğundan ablasının öldüğünü anlamıyor. Onu bebek gibi yedirmeye çalışıyor, çekiştiriyor, oyun oynuyor onunla. Nihayet köylüler bir gün kapıyı kırıp anneannemi ve ölmüş ablasını buluyorlar. Ablasını toprağa veriyor, anneannemi de evlatlık veriyorlar. Bir süre sonra anneannem onu evlât edinen memur aileyle birlikte yaşadığı köyden İstanbul'a geliyor (…)
Anneannem 17 yaşına geldiğinde İstanbul’da bir köşkten “Kızınıza talibiz” diye onu istiyorlar. Görücü usulüyle anneanneme talip oluyorlar; ama talip olan adam zaten evli. Köşke anneannemi kuma olarak istiyorlar. Anneannemi evlât edinip büyüten aile anneannemi kuma olsun diye köşke yolluyor. Köşkün zengin sahibi anneannemi hamile bırakıyor ve bir çocukları dünyaya geliyor. Meğer evin hanımının çocuğu olmuyormuş. Anneannemi de evin beyine çocuk doğursun diye kuma olarak köşke almışlar. Çocuk dünyaya geldikten sonra çocuğa el koyup anneannemi sokağa atıyor ve “Çocuk senin değil, bizim. Artık seni de tanımıyoruz!” diyorlar. Anneannem günlerce köşkün önünde yatıp kalkıyor. Köşkte yaşayan aile Jandarmaya haber verip anneannemi evinin önünden attırıyor. Akıl sağlığı bozuktur iddiasıyla da bir süre de hasta haneye yatırıyorlar. Anneannem on beş yaşında sokakta kalıyor ve bir eve çalışmaya giriyor. Bu evin temizlik işini yaptığı bir gün, yeni çalıştığı konağın çok kadınlı bir ailede büyüyen çok çapkın beyi de anneanneme sahip oluyor. Anneannem bu adama (sonradan dedem olacak adama) “Benimle evlenmek zorundasın” diyor. Önceden başına gelen olayları da bu adama anlatıyor ve bu kez adam hem bekâr, hem insaflı çıkıyor ve anneannemle evlenmeyi kabul ediyor…
Dedemin hayatında kadınlar, kızlar, alemler hep olmuş. Gözü daima dışarıdaki kadınlardaymış. Anneannem resmi nikâhlı eşiydi dedemin ama dediğim gibi anneannemin kocası yoktu. Çünkü deyim yerindeyse dedem evin yolunu bilmezdi. Dedem anneme gelip, birlikte olduğu, anneannemi aldattığı kadınların fotoğraflarını küçük kızına göstererek “Nasılsın Melek? Bak bu fotoğraftaki ablayı beğendin mi? Annen olsun mu bu abla?” dermiş…
Dedem gerçek adı Zerbap olan anneanneme adını değiştirerek Müjgan adını da vermiş.
Annem bilmediği bir yerlerde yaşayan bir kardeşi olduğunu biliyordu; ancak onu hiçbir zaman bulamadı / bulamadık, hiçbir zaman bir araya gelemedik teyzemle.”
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder