Merhaba Gönül Dostlarım,
"Gerçek Dostlar" adı altında 18 aydır sizlerle paylaştığım Blog yazılarımın bugün 500. yayın günü olması nedeniyle yazı başlığımızdaki 500. yayınımızı ifade etmektedir. Katkılarınızdan dolayı tüm Gönül Dostlarıma sonsuz minnet ve şükranlarımı arz ediyorum,
Kurban Bayramının , Zafer Bayramıyla birleşmesi resmi tatilin 10 gün olacağının açıklanmasıyla tatil heyecanı her yanı sardı. Pırıl pırıl bir havanın ve tatlı meltemlerin eşlik ettiği bu bayram, şehrin keşmekeşinden uzaklaşmak için bir armağan oldu. Kimileri 2 gün kimileri 10 gün için olsun, kendilerine bir plan yaptı ve bu tatil günlerini kendi başlarına veya aileleriyle birlikte kimi yurt dışına giderek kimi ise yurt içinde güzel bir şekilde geçirmiş oldu.
10 günlük bayram tatili süresince yollar yine kan gölüne döndü. Yüzlerce kişinin öldüğü ve yaralandığı kazalarla ilgili acı bilançoyu İçişleri Bakanlığı açıkladı. Trafik kazalarındaki Acı bilanço
122 ölü 500 e yakın yaralı. Yetkililerin söylediklerine göre bu veriler geçmiş yıllardaki istatistiklerin çok daha altında kalmış. Sözüm ona 10 gün tatil yaptık trafik kazalarında verilen ölü ve yaralı bilançosuna dikkatinizi çekerim. Trafikte çok daha dikkatli olmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim.
17 Ağustos 2017 tarihinde " Komşuda Bayram Telaşı" başlıklı yazımı okuyan Gönül Dostlarım hatırlayacaklardır,
Kurban Bayramı Tatilinin 10 Gün Olarak Açıklanmasının Ardından Yunanistan'da Olağanüstü Hal İlan Edildiği' ne dair haberini yazımın içeriğinde sizlerle paylaşmıştım,
Bayram ertesi, Bloğumda yazdıklarımı teyit edercesine, Cumhuriyet Gazetesinden Sayın Aslı Altıntaşbaş' ın " Yunanistan'a Kaçan Kaçana " başlıklı aşağıda sizlerle paylaştığım yazısını eski bir turizm emekçisi olarak üzülerek okudum.
Bir Turizm cenneti olan ülkemizin turizm potansiyelinin gerek yerli ve gerekse yabancı turistlere karşı bu denli değer kaybedeceği hiç aklıma gelmezdi.
Aşağıdaki yazıyı okuduktan sonra Türk Turizminin geldiği son noktayı ve turizm konusunda komşu ülkeyle aramızda olan farklar nelermiş hep birlikte öğrenelim...
Önce Kendinizi Sevin sonra da Sevdiklerinizin ve sahip olduklarınızın değerini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun... En iyi dileklerimle. Esen kalın..
YUNANİSTANA KAÇAN KAÇANA
Bir bayram daha geride kaldı. Ve geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da uçaklar dolusu vatandaşımız, Yunanistan’a gitti. Daha doğrusu, kaçtı.
Bayram tatillerini Foça’da, Didim’de, Assos’ta, Alaçatı’da veya (mazoşist bir refleksle) Bodrum’da geçireceklerine, ekonomik gücü olanlar Santorini, Patmos, Paros, Tassos, Halkidiki ve Mora’yı seçtiler.
Sadece Türkler değil, dünyanın farklı yerlerinden 30 milyon turist bu yıl Yunanistan’a akın etti. Ege sularında denize girdi, her gece farklı bir tavernada güneşi batırdı, Atina’da uzo içti, sahilde balık yedi, müzelere gitti, eve dönerken de en kötüsünden biraz zeytin, bir şişe şarap, birkaç tane de ‘I Love Greece’ yazan t-shirt götürdü. Arada dayanamayıp çağdaş sanat, antik ikonalar veya yetenekli genç Yunanlı tasarımcıların kıyafet ve takılarına milyonlarca Avro bayıldı.
Ve nihayetinde Yunanistan’ın kasasına bu yıl turizmden en kötü senaryoda bile 25 milyar dolar girmiş oldu.
Bütün bunları neden ballandıra ballandıra anlatıyorum? Belki kazara okuyup ders alan birileri olur diye! Çünkü “Neden bu kadar çok insan Yunanistan’a gitmek istiyor” sorusunun cevabıyla, “Türkiye’ye neden artık turist gelmiyor” sorusunun yanıtı aynı.
Peki neden?
Biz Türk vatandaşları için Yunanistan artık çok ucuz değil. Türkiye ekonomisi iyi giderken, yani TL güçlüyken, Yunan adalarındaki fiyatlar sahiden Bodrum’dan, Çeşme’den kat kat insaflıydı. “Patlayana kadar yedik, içtik, şarap, meze, istakoz, kişi başına 20 Avro” diye anlatanları duymuşsunuzdur. Avro 2 TL’yken, tatlı oluyordu sahiden. Şimdi ne Yunanistan o kadar ucuz, ne de TL değerli.
Demek ki başka nedenleri var Türkiye’den insanların akın akın Yunanistan’a gitmesinde.
Var tabii. Özetleyeyim: Estetik, özgürlük, yerellik.
Sahillerini betonarme bir perdeye döndüren, ‘eski’ ve ‘yerel’ namına her şeyi yok etmek için çabalayan bizler, Yunanistan’a gittiğimizde o şirin adalara, o daracık sokaklara, o taş evlerin güzelliğine baka baka doyamıyoruz. Ölçek, ufak. İnsani. Devasa oteller, Dubai hayranlığıyla inşa edilen o kitch, görgüsüz yerler yok. Plastik sandalye bile yok. Mekânlar sahici ve çoğunlukla yerel. Üç tahta sandalye, sade bir kâğıt örtü. Birçok lokanta ve otel, hâlâ aile işletmesi.
Ve bu durum, insanın ruhunu dinlendiriyor.
Bizim ülkemiz de daha düne kadar öyleydi. Ancak el birliğiyle yereli de, tarihi de yok ettik. Orada bir taş ev varsa, yıkıp pideci yaptık; yetmedi üstüne çirkin bir kat çıktık. Rum mezarlığını otogar, eski taş konağı da yıkarak AVM’ ye dönüştürdük.
Tarih deyince aslında bizde âlâsı var. Korunmamış olsa dahi var. Ama devlet, bu coğrafyanın tarihiyle barışık olmadığı için, ne Bizans’ı, ne Roma’yı, ne de Osmanlı’yı yeterince ‘pazarlayamıyor.’ Aklı fikri her yeri TOKİ’ leştirmekte!
Kusura bakmayın ama kendini Malazgirt’e sıkıştırmış bu resmi (ve kurgulanmış) tarih okuması da Türkiye’yi yabancı turist için cazip kılmıyor.
Yolunuz düşerse Kaş’ın son halini görün. O mücevher kutusu gibi güzelim kasaba, dağ-taş yüksek apartmanların olduğu bir turist kapanına dönüşmüş. Ne kıyı kalmış, ne kasaba. Oysa tam karşıdaki Meis adası, hâlâ bir mücevher kutusu; inci gibi dizilmiş rengârenk taş evler ve sakin bir liman kasabası. Siz olsanız hangisine gidersiniz?
Bir de özgürlük hissi var ki, turizm açısından hayati. Ne derseniz deyin ama Türkiye’de siyasi özgürlüklerin olmaması, Hayrettin Karaman gibi tiplerin kafede sigara içen kadına bile tahammülsüz olduğunun bilinci, turizmi de etkiliyor. Sanıyor musunuz ki bunlar soluduğumuz havayı etkilemiyor?
İnsanlar, özgür oldukları, kadınların sokakta rahat hissettiği, siyasi baskının olmadığı mutlu ülkelere gitmek isterler. Kafelerde aylak aylak oturmak, özgürlük solumak, akşam gelince bir kadeh bir şey içmek ister...
Bilmem anlatabildim mi?
Alıntı : (Aslı Aydıntaşbaş - Cumhuriyet Gazetesinden)
https://youtu.be/x9uLoXZcZ0w Günün Sözü :
İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
6 Eylül 2017, Antalya
"Gerçek Dostlar" adı altında 18 aydır sizlerle paylaştığım Blog yazılarımın bugün 500. yayın günü olması nedeniyle yazı başlığımızdaki 500. yayınımızı ifade etmektedir. Katkılarınızdan dolayı tüm Gönül Dostlarıma sonsuz minnet ve şükranlarımı arz ediyorum,
Kurban Bayramının , Zafer Bayramıyla birleşmesi resmi tatilin 10 gün olacağının açıklanmasıyla tatil heyecanı her yanı sardı. Pırıl pırıl bir havanın ve tatlı meltemlerin eşlik ettiği bu bayram, şehrin keşmekeşinden uzaklaşmak için bir armağan oldu. Kimileri 2 gün kimileri 10 gün için olsun, kendilerine bir plan yaptı ve bu tatil günlerini kendi başlarına veya aileleriyle birlikte kimi yurt dışına giderek kimi ise yurt içinde güzel bir şekilde geçirmiş oldu.
10 günlük bayram tatili süresince yollar yine kan gölüne döndü. Yüzlerce kişinin öldüğü ve yaralandığı kazalarla ilgili acı bilançoyu İçişleri Bakanlığı açıkladı. Trafik kazalarındaki Acı bilanço
122 ölü 500 e yakın yaralı. Yetkililerin söylediklerine göre bu veriler geçmiş yıllardaki istatistiklerin çok daha altında kalmış. Sözüm ona 10 gün tatil yaptık trafik kazalarında verilen ölü ve yaralı bilançosuna dikkatinizi çekerim. Trafikte çok daha dikkatli olmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim.
17 Ağustos 2017 tarihinde " Komşuda Bayram Telaşı" başlıklı yazımı okuyan Gönül Dostlarım hatırlayacaklardır,
Kurban Bayramı Tatilinin 10 Gün Olarak Açıklanmasının Ardından Yunanistan'da Olağanüstü Hal İlan Edildiği' ne dair haberini yazımın içeriğinde sizlerle paylaşmıştım,
Bayram ertesi, Bloğumda yazdıklarımı teyit edercesine, Cumhuriyet Gazetesinden Sayın Aslı Altıntaşbaş' ın " Yunanistan'a Kaçan Kaçana " başlıklı aşağıda sizlerle paylaştığım yazısını eski bir turizm emekçisi olarak üzülerek okudum.
Bir Turizm cenneti olan ülkemizin turizm potansiyelinin gerek yerli ve gerekse yabancı turistlere karşı bu denli değer kaybedeceği hiç aklıma gelmezdi.
Aşağıdaki yazıyı okuduktan sonra Türk Turizminin geldiği son noktayı ve turizm konusunda komşu ülkeyle aramızda olan farklar nelermiş hep birlikte öğrenelim...
Önce Kendinizi Sevin sonra da Sevdiklerinizin ve sahip olduklarınızın değerini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun... En iyi dileklerimle. Esen kalın..
YUNANİSTANA KAÇAN KAÇANA
Bir bayram daha geride kaldı. Ve geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da uçaklar dolusu vatandaşımız, Yunanistan’a gitti. Daha doğrusu, kaçtı.
Bayram tatillerini Foça’da, Didim’de, Assos’ta, Alaçatı’da veya (mazoşist bir refleksle) Bodrum’da geçireceklerine, ekonomik gücü olanlar Santorini, Patmos, Paros, Tassos, Halkidiki ve Mora’yı seçtiler.
Sadece Türkler değil, dünyanın farklı yerlerinden 30 milyon turist bu yıl Yunanistan’a akın etti. Ege sularında denize girdi, her gece farklı bir tavernada güneşi batırdı, Atina’da uzo içti, sahilde balık yedi, müzelere gitti, eve dönerken de en kötüsünden biraz zeytin, bir şişe şarap, birkaç tane de ‘I Love Greece’ yazan t-shirt götürdü. Arada dayanamayıp çağdaş sanat, antik ikonalar veya yetenekli genç Yunanlı tasarımcıların kıyafet ve takılarına milyonlarca Avro bayıldı.
Ve nihayetinde Yunanistan’ın kasasına bu yıl turizmden en kötü senaryoda bile 25 milyar dolar girmiş oldu.
Bütün bunları neden ballandıra ballandıra anlatıyorum? Belki kazara okuyup ders alan birileri olur diye! Çünkü “Neden bu kadar çok insan Yunanistan’a gitmek istiyor” sorusunun cevabıyla, “Türkiye’ye neden artık turist gelmiyor” sorusunun yanıtı aynı.
Peki neden?
Biz Türk vatandaşları için Yunanistan artık çok ucuz değil. Türkiye ekonomisi iyi giderken, yani TL güçlüyken, Yunan adalarındaki fiyatlar sahiden Bodrum’dan, Çeşme’den kat kat insaflıydı. “Patlayana kadar yedik, içtik, şarap, meze, istakoz, kişi başına 20 Avro” diye anlatanları duymuşsunuzdur. Avro 2 TL’yken, tatlı oluyordu sahiden. Şimdi ne Yunanistan o kadar ucuz, ne de TL değerli.
Demek ki başka nedenleri var Türkiye’den insanların akın akın Yunanistan’a gitmesinde.
Var tabii. Özetleyeyim: Estetik, özgürlük, yerellik.
Sahillerini betonarme bir perdeye döndüren, ‘eski’ ve ‘yerel’ namına her şeyi yok etmek için çabalayan bizler, Yunanistan’a gittiğimizde o şirin adalara, o daracık sokaklara, o taş evlerin güzelliğine baka baka doyamıyoruz. Ölçek, ufak. İnsani. Devasa oteller, Dubai hayranlığıyla inşa edilen o kitch, görgüsüz yerler yok. Plastik sandalye bile yok. Mekânlar sahici ve çoğunlukla yerel. Üç tahta sandalye, sade bir kâğıt örtü. Birçok lokanta ve otel, hâlâ aile işletmesi.
Ve bu durum, insanın ruhunu dinlendiriyor.
Bizim ülkemiz de daha düne kadar öyleydi. Ancak el birliğiyle yereli de, tarihi de yok ettik. Orada bir taş ev varsa, yıkıp pideci yaptık; yetmedi üstüne çirkin bir kat çıktık. Rum mezarlığını otogar, eski taş konağı da yıkarak AVM’ ye dönüştürdük.
Tarih deyince aslında bizde âlâsı var. Korunmamış olsa dahi var. Ama devlet, bu coğrafyanın tarihiyle barışık olmadığı için, ne Bizans’ı, ne Roma’yı, ne de Osmanlı’yı yeterince ‘pazarlayamıyor.’ Aklı fikri her yeri TOKİ’ leştirmekte!
Kusura bakmayın ama kendini Malazgirt’e sıkıştırmış bu resmi (ve kurgulanmış) tarih okuması da Türkiye’yi yabancı turist için cazip kılmıyor.
Yolunuz düşerse Kaş’ın son halini görün. O mücevher kutusu gibi güzelim kasaba, dağ-taş yüksek apartmanların olduğu bir turist kapanına dönüşmüş. Ne kıyı kalmış, ne kasaba. Oysa tam karşıdaki Meis adası, hâlâ bir mücevher kutusu; inci gibi dizilmiş rengârenk taş evler ve sakin bir liman kasabası. Siz olsanız hangisine gidersiniz?
Bir de özgürlük hissi var ki, turizm açısından hayati. Ne derseniz deyin ama Türkiye’de siyasi özgürlüklerin olmaması, Hayrettin Karaman gibi tiplerin kafede sigara içen kadına bile tahammülsüz olduğunun bilinci, turizmi de etkiliyor. Sanıyor musunuz ki bunlar soluduğumuz havayı etkilemiyor?
İnsanlar, özgür oldukları, kadınların sokakta rahat hissettiği, siyasi baskının olmadığı mutlu ülkelere gitmek isterler. Kafelerde aylak aylak oturmak, özgürlük solumak, akşam gelince bir kadeh bir şey içmek ister...
Bilmem anlatabildim mi?
Alıntı : (Aslı Aydıntaşbaş - Cumhuriyet Gazetesinden)
https://youtu.be/x9uLoXZcZ0w Günün Sözü :
İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
6 Eylül 2017, Antalya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder