UÇURUM KENARINDAKİ ÇİÇEK
.
Merhaba değerli Dostlar,
Sayın Asım Yıldırımın "Bir Yudum Hikaye" adı altında düzenlemiş olduğu yazısını ve aşağıdaki videosunu sizlerle paylaşıyorum..Umarım sizin de hoşunuza gider.
Bu tür hikaye yazılarıma önümüzdeki günlerde devam edip etmemekte kararsızım, isterseniz şöyle bir şey yapalım, sizlerden gelecek olan görüntü ve beğeni sayılarına göre yazılara devam edip etmeyeceğimize karar verelim...
" Gün olur, geceler biter, sebepsiz kızgınların, küskünlüklerin olur. Umut taşıdığın anlar bazen de hayattan bıktığın dakikalar olur. Hangisi daha çok yada az hesaplamasını yapamazsın. Çatlak bardaktan akar misali yavaş yavaş sızar ömrün hissettirmeden… Vakit geçer, kızgınlıklar ama sen sevdiğin insanlardan asla vazgeçemezsin. Belki kızgınsındır onlara, üzgünsündür, kırgın ya da şiddetle onu arıyorsundur. Bazen bu ailenden biri olur. Baban, annen, kardeşin, ağabeyin ya da sevdiğin biri, uzanırsın yatağa ve onu düşünmeye başlarsın. Seni buna iten belki bir resim beklide bir şarkı olur onu sana hatırlatan ve düşünüp yaşadıklarını hayal edersin
Sevdiği insana sevdiğini belirtmez hatta sevdiğini söylemekten utanır, deli yanını ortaya çıkarmaz ve üzüntüsüyle baş başa kalır. Demem odur ki sevdiğinizi söylemekten utanmayın, kendinizle barış içinde olun mutluluğun odak noktasına ulaşmış olacaksınız. Sevgiyle doldurduğunuz kalbinizi asla bir kötülük elde edemez ve sevdiğiniz insanları daha iyi anlarsınız. Her şey yerine oturduktan sonra demem şudur ki, ne olursa olsun “ Sevdiklerinizi anlayın ve ona gereken değeri verin” cümlesinin anlamına kavuşmuş olacaksınız.
Hoş kalın, mutlu kalın, ama sevdiğinizi söylemekten geri kalmayın "
Önce Kendinizi Sevin ve sonra da Sevdiklerinizin kıymetini bilin ki, Mutluluğunuz daim olsun...En iyi dileklerimle. Esen kalın.
UÇURUM KENARINDAKİ ÇİÇEK
Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı… Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu. İş ilişkiye gelince oldukça içli, hatta aşırı hassas bir kadınım. Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdum duymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.
Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum. Şaşkınlıktan gözleri açılarak ‘niye?’ diye sordu. ‘Gerçekten belli bir sebebi yok’ dedim, ’sadece yoruldum.’ Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu:
‘Seni caydırmak için ne yapabilirim?‘ Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. ‘İşte mesele tam da bu’ dedim. ‘Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.’ ‘Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hatta ölümüne mâl’olacak. Bunu benim için yapar mısın?’ Yüzümü dikkatle inceledi ve ‘Sana bunun cevabını yarın vereceğim’ dedi. Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı. ‘Sevgilim’ diye başlıyordu, ‘O çiçeği senin için koparmazdım’ Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.
‘Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.’
‘Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.’
‘Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’
‘Sâdık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.’
‘Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.’
‘Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin – gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’
‘Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.’
Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. Gözyaşlarım mektuba düşüyordu. ‘Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.’
Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi. Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim..
Bu gerçek aşktı.
İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.
Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil… Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz… Ama hep oralarda bir yerdedir.
Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.
Hayat tam da böyle bir şeydir.
Gerçek aşka, yelken açmak ümidi ile…
Alıntı…
Bu yazı Pazar, 16 Mayıs 2010, 16:31 tarihinde ALINTI YAZILAR, Aşka Dair Hikayeler kategorisi altında yayınlandı.27001 defa okunmuş,
https://youtu.be/dTOeqx5lXHc
Günün Sözü : “ Sevdiklerinizi anlayın ve onlara gereken değeri verin”
İbrahim Birol, http://ibrahimbirol.blogspot.com.tr/
4 Ocak, 2017, Antalya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder